16 Ocak 2022 Pazar

things

- verdens verste menneske tekrardan izlenilecek,

- oslo üçlemesi maratonlanacak,

- haftasonları erken kalkılıp, kedilerle oyun oynanılacak ve soya sütlü kahve içilecek,

- hayvan hakları aktivizmi yapılacak,

- çok güzel şarkılar keşfedilecek,

- barlarda yeni kokteyller denenecek,

- her hafta güzel bir yemek yapılacak,

- langırtta iyi olunacak,

- 31 ağustos oslo'da yaşanacak,

- istifa edilebilir neden olmasın çünkü,

- o güzel filmler birer birer izlenecek,

- güneşlenilecek,

- yazın her günü sulu sulu şeftali yenilecek,

- eve aperol alınacak,

- limoncello yapılacak,

- belki amerika'ya gidilir,

- sevgiliyle tatil yapılacak,

- araba alınacak,

- uzun yolculuklara çıkılacak,

- aynı kişiye tekrar tekrar aşık olunacak,

- arkadaşlarla partilenecek,

- neredesin firuze bitirilecek,

- aile evinden çıkılacak,

- tek başına bellapais'de bir öğlen (belki de çok öğlen) geçirilecek,

- doyasıya öpüşülecek,

- keyif için kitap okunulacak,

- dergi! gazete!

- güneşli, taşlı bir kolye ve küpe alınacak.

25 Aralık 2021 Cumartesi

kelimeler

geceleri uyu(ya)madan önce kafamın içinde nasıl bu kadar konuşuyor, sonra buraya gelip bir kelime yazmaktan aciz şekilde ekrana bön bön bakıyorum bilmiyorum.

bu sene pek çok bilmediğim şey var.

depresyonum ve anksiyetem bir seviye atladı. yatağımda ağlayarak girdiğim yıldan kalan tek beklentim, bu şekilde bitmemesi. zira, gerçekten nasıl başlarsa öyle bitermiş olayına inanacak gibiyim. gün içerisinde patlayacakmışçasına gelen ağlama isteği, asla terk etmeyen öfke hissi yüzünden hem terapiye, hem de doktorla görüşmeye başladım mart ayında. doktor hemen az bir miktar antidepresan verdi, düzenli olarak da terapi seanslarına gidildi. korkularımı, utançlarımı, ayrılıklarımı, her şeyimi ortaya döktüm. terapistim, bir noktada, sürekli görmek istediğim biri haline geldi. yaşadığım her hissin validasyon görmesini bekledim. o hayal kırıklıklarım normaldi, bazı şeyleri istemem normaldi, her şeye suçluluk hissedemezdim, herkesin öleceğini kabullenmeliydim.. derken kedim öldü.

sanırım, şuan hayatımın en kötü günü kedimin cansız bedenini bulduğum gün diyebilirim. neredeyse çeyrek asırlık ömrümde, ilk defa bir olayı sindiremeyip defalarca kustum, bağıra çağıra ağladım ve çoğu zaman da gözlerim dolu gezmeye başladım. sırf hayatımda o vardı diye, kedili ne varsa eve, üstüme başıma almaya çalışırdım.. şuan onlar ne anlamsız geliyor anlatmam mümkün değil. yüzünü avuçlayamıyorum, tüylerini tarayamıyorum, beraber uyuyamıyoruz, sabahları benle kapının önünde durmuyor, miyavlamıyor.. ev sessiz, mırmır yok. evin neşesi diye deyip durdum, neşem yok artık. yeni yılda canımın içi yok. iki ayı geçti ama sanki dün oldu bunlar, bakın yine başıma ağrılar girdi. kafamda sürekli senaryo dövüştürüyorum. kafamı hala kurcalayan bu dertler yanında, mırmır yaşıyor olsaydı nasıl hissederdim. mırmır yaşasaydı ben bu dertleri hahaaay! diye göğüslerdim. böyle şeyler.

bunu da anlatıp yine kendime de hatırlattığıma göre devam edeyim. terapiye gitmedim. tam bir randevu almıştım, gidecektim derken işle ilgili çok olay araya girdi. öylece kaldı. muhtemelen bir süre daha gidecek cesareti kendimde bulamam.

aşık olmak üzerine çok düşündüm. ama konuşmayacağım sanırım. ben üstüne düştükçe olmuyor, ben bırakınca da olmuyor, galiba genel olarak olmuyor. aşkı ve birileriyle sürekli paylaşmaya duyacağım isteği yine ilerleyen zamanlarda, rastgele bir ana atayacağım. 

joachim trier için istanbul'a gidip geldim. son filmi kıbrıs'ta gösterime girmeyince, kendimi tutamadım ve ani bir karar aldım. ilk anında film izleyip rahatlayacağımı düşünürken bu sürede, yalnız yemek yemek, yalnız gezinmek, ve diğer yalnız yapılan çokça şeyden sonra gidiverdim. film boyu üç kez boğazıma bir yumru oturdu, anders danielsen lie yine beni ağlatmak için monolog ile karşıma çıktı. bir insana olmasa da, yine bir filme, aşık oldum. bir oslo, 31 august değildi ama ben gibiydi. zaten poly, daphni şarkısı ile başlamıştı. daha ne olsun. bu tatilde müco'yu da gördüm. beraber bira içtiğimiz, (hayatımda ilk kez) metal dinlemeye gittiğim çok çok güzel bir zamandı. zaten bana filmin posterini de bir duvardan söküp verdi :').

ara ara içime kaçıp gitme isteği doğuyor ama gidemedim henüz. belki ara ara olmasından, belki de daha reel sebeplerden. tamam, muhtemelen daha reel sebeplerden. yine de, bazen bilet bakıyorum, oda, ev bakıyorum. geçmiş senelerde bayıla bayıla yaptığım daydreaming'i yapıyorum. kayıp gitmece.

arayış.

12 Eylül 2021 Pazar

kızarmış suşinin tadı

 kendimi sürekli öfkeli hissettim bu hafta. herkese, her şeye karşı, artan bir şekilde. bunu her yazmak istediğimde unuttum, yazacak kelimeleri bulamadım ve bulduğumda da paylaşmak istemedim. zihnimin içinde döndürdüm. en mükemmel, en düzgün cümlelerimi yine kendi zihnime bıraktım. kendimi zehirledim, kendimi iyileştirdim.


hiçbir şey hissedememeyi, hissedince kötü hissetmeyi belli başlı birkaç aktiviteyle atlatabildiğimi düşündüm. içmek, yüzmek, yemek yapmak. içmek mümkün olduğunca, yüzmek hava güzel oldukça ve yemek yapmak yataktan kalkabildikçe. 


son haftalarda çok alkol tüketmeye başladım. geçtiğimiz çarşamba ise benim için öyle olmasa da, moralimin başkaları tarafından bozulmasıyla zirveyi buldu. kasılan çenemi, konuşmaya ve iletişim kurmaya olan isteksizliğimi bir tek alkollü ortamlarda insanlarlayken çözebiliyorken arkadaşım dediğim birinden işittiğim laflar çok ağır geldi.


yeniden paylaşmaktan soğudum. evimi, 60lardan dizi izlemeyi, örtümün altına girip uyumayı istedim. belki ben anlaşamıyorum, belki de olmuyor diye düşündüm. her zamanki gibi kaçmayı, istifa etmeyi düşündüm. böyle ortamları istemediğim için dedim kendime.



15 Temmuz 2021 Perşembe

giderek haz vermeye başlayan şeyler

 yalnızlık.


hayatımda ilk kez tek başıma sinemaya gittim geçen gün. filme son on dakika kala, "acaba undine'yi de gösteriyorlar mıdır?" düşüncesine yenik düşerek... biletimi aldım hemen. salonda tek ben vardım. petzold'un son hikayesiyle, karşımda paula ve franz ile kaldım. transit filmi ile tanışmıştım bu üç isimle. yalın filmler, büyülü, kimine uzak bana ise yakın.


ağırlaşan anksiyetem filmin ilk yarısında kapkaranlık salonda tek olmayı kaldıramaz gibi oldu. zaten sinema da kocaman ve karmaşık bir yerdi. kafamın içerisinde kaçış senaryoları oluşturdum. başıma gelebilecek x olayı için alabileceğim on aksiyon ne olabilirdi, bunları düşündüm ara ara. 


film araya girdi. çantamı aldım ve kaçtım. zaten film 2020'dendi, bende indirilmiş halde duruyordu. sadece elim hiç izlemeye varmamıştı o güne dek. 


salondan çıktım ve korkularımın biraz yersiz olabileceğini hissettim. evet, salon büyüktü, benim için labirent gibiydi ama insanlar da vardı. onlar da filmden filme gidiyor, sohbet ediyor ve benimle aynı yerdelerdi. 


salonun dışında, aydınlıkta, aranın bitmesini bekledim. bugün ben yenilmeyecektim. film devam etti, ben yayıla yayıla izledim. belki de hikayeden çok etkilendim, gözlerim doldu. gururla terk ettim sinemayı. 23 yaşındaydım ve ilk kez tek başıma film izlemiştim sinemada.


sonra her şeyi tek yapmak istediğimi düşündüm.


ertesi gün meydanda yürüdüm. vegan çikolata aldığım yerdeki kadın kıyafetime iltifat etti, annemin doksanlarda giydiklerinden olduğunu söyledim. loud places dinledim. soya sütlü, buzlu latte içtim. eve döndüm.


yeni bir suç belgeseline başladım.

13 Temmuz 2021 Salı

haneke, buluşmalar, üç beş yıldız

 birkaç haftadır kendimi bıçaklamak istiyorum. sanırım yazıya sert bir giriş oldu. giderek ağırlaştığını hissettiğim anksiyetem ve depresyonum artık bana çaresizliği hat safhada yaşatıyor, en yıldığım anlarda bir bıçağım olsa elimde ve onu hemen göğsüme saplasam diye düşünüyorum. 


aralarda arkadaşlarımla yüzmeye ve içmeye gidiyorum. sanırım alkol miktarında bazen istismar yoluna kadar gidiyorum. yeterince içersem ve yeterince yüzersem kendimden çıkabileceğim. kendimi terk edeceğim. ilk defa akşam yüzmesi yaptım geçtiğimiz haftalarda. çok farklı bir deneyimdi. suyun üstündeydim. kendimde değildim.


dün akşam özgür'ü gördüm. benim yetersizliklerimin en büyük dışavurumu o. sevilmeyişlerimin, olduramayışlarımın muhtemelen en acılısı. depresyonumun sebebi değil ama belki de bir parçası. üzüldüğüm bir çok şey söylendi yine. bir ara yıldızlar gördü, üç beş tane. daha da baksa, daha da saysa sayacaktı. kıbrıs'ta olsaydı sayamayacaktı bile.


bazı şeyler bitiyor.


max richter'den cypher dinliyorum şuan. dün ilacımı yeniledim. kıbrıs'a dönmek, doktora görünmek, daha çok ilaç almak istiyorum. kendimi bırakacağım.


özgür terapiste niye hiç ondan veya kendimi bıçaklamak isteyişlerimden bahsetmediğimi sordu, bunların bahsetmem gereken şeyler olduğunu söyledi. bilmiyorum, gerçekten ama gerçekten paylaşmak istemedim. iğrenç hissettiriyor bu iki konu bana. paylaşmayacağım belki hiçbir zaman. günlük anksiyetelerimi ve yorgunluklarımı anlatacağım.


andré aciman'ın bul beni'sini aldım dün. adınla çağır beni'yi okurken sonlarda çokça ağlamış, bazı yerlerin altını çizmiştim. bu kafadayken niye böyle bir kitap aldım bilmiyorum. okumaya da çekiniyorum ama bakalım. çıktık bir yola. son zamanlarda dramın her türlüsünden kaçtım. beni ağlatacak bir dizi, bir film, bir kitap, belki de bir şarkı... hiçbirine yanaşmadım. şimdi hepsine saldıracağım.


bir de, belki o cesareti bulup sonunda izlemek istediğim tüm filmlere yetişeceğim. belli olmaz.


kahveme eklemek için hindistancevizi sütü aldım. su gibi bir şey çıktı. hiç de güzel olmadı. hayal kırıklığı. bir standart.


şimdi la dolce vita finale dinliyorum. belki italya'ya gidebilirsem orada da aklıma gelir. ve belki dans etmek isterim. belli mi olur. uzun zaman sonra kendimi anlattım burada. belki paylaşırım da. neden olmasın. neden olmasın. çünkü bazı şeyler, neden olmasın? su üzerinde kalmalıyım.

19 Haziran 2021 Cumartesi

yapmam gerektiğini düşündüğüm şeyler

 gün içerisinde kafamın içerisinde deli deli bir sürü düşünce dolanıyor ve bunların bir önemi olduğuna inanıyorum. bu düşünceler bir şekilde bir yere aktarılmalı, belki de birilerine ulaşmalı.


sanırım çoğu sorunumu çözmek için hayatımla ne yapmak istediğime karar vermem gerekiyor. sürekli biten romantik ilişkiler, bir öncekinin aynısı olan günler derken durup ya ben ne yapacaktım aslında diye kendimi bir belirsizlikte buluyorum.


nereye gitmek istiyorsun, ne olmak istiyorsun, evinin duvarları hangi renk olsun (sarı)



12 Mayıs 2021 Çarşamba

ve ben dans ettim

dans etmeyi sevdiğimi kabullenmem belki de 23 yılımı aldı. mutfakta yemek yaparken, içerken, gezerken, aşıkken.. ben hep dans ediyormuşum oysa!

eski sevgilim benle ilgili en sevdiği detayın her şeye aşık olmam olduğunu söylemişti bir keresinde. her şeye aşkla bakıyormuşum, her şeyden büyüleniyormuşum. ayrılmamızın sebeplerinden birisi de bunu yitirmemdi sanırım, artık aşkımı da içimde yaşıyordum ki ben coşkulu biriydim, parmak uçlarımdan taşardı bu tür olaylar.

toparlanmaya çalışıyorum birkaç aydır. üst üste gelen kötü haberler, ayrılıklar, yitirmeler.. her şey kabuslarım için birer materyal haline geldi. evvelki gece kendimi saatlerce ağlarken gördüm rüyamda, neye ağladığımı hatırlamadan. belki de bazı anların gerçekleşmemesine üzülmüştüm. neyse. terler içinde kalktım, yorgun kalktım. sanki gerçekten ağlamıştım. aynı gecenin başka bir rüyasında da bu hayatta en sevdiğim kişiyi bana ağız dolusunca nefret haykırırken gördüm. ağlamadım. üzgünüm ve özlüyorum sadece. artık içimden bu konuya ağlamak gelmiyor. 

numarasını silmiştim. bir kağıda karaladım, eğer gerçekten ihtiyacım olursa ulaşabilecektim. ihtiyacım oldu. ona ihtiyacım vardı. artık gittiğini, buralarda olmadığını ve de olmayacağını söyledi bana. tüm hüznümü anlattım ve ben de gittim. niye uykumda bana gelmiyor? niye uykumda olsun beni bulmuyor? giderken de söylemiştim, arıyor arıyor ve bulamıyorum. yoksun.

birlikte dinlediğimiz şarkılara dans ediyorum şimdi.

bu da böyledir.