geceleri uyu(ya)madan önce kafamın içinde nasıl bu kadar konuşuyor, sonra buraya gelip bir kelime yazmaktan aciz şekilde ekrana bön bön bakıyorum bilmiyorum.
bu sene pek çok bilmediğim şey var.
depresyonum ve anksiyetem bir seviye atladı. yatağımda ağlayarak girdiğim yıldan kalan tek beklentim, bu şekilde bitmemesi. zira, gerçekten nasıl başlarsa öyle bitermiş olayına inanacak gibiyim. gün içerisinde patlayacakmışçasına gelen ağlama isteği, asla terk etmeyen öfke hissi yüzünden hem terapiye, hem de doktorla görüşmeye başladım mart ayında. doktor hemen az bir miktar antidepresan verdi, düzenli olarak da terapi seanslarına gidildi. korkularımı, utançlarımı, ayrılıklarımı, her şeyimi ortaya döktüm. terapistim, bir noktada, sürekli görmek istediğim biri haline geldi. yaşadığım her hissin validasyon görmesini bekledim. o hayal kırıklıklarım normaldi, bazı şeyleri istemem normaldi, her şeye suçluluk hissedemezdim, herkesin öleceğini kabullenmeliydim.. derken kedim öldü.
sanırım, şuan hayatımın en kötü günü kedimin cansız bedenini bulduğum gün diyebilirim. neredeyse çeyrek asırlık ömrümde, ilk defa bir olayı sindiremeyip defalarca kustum, bağıra çağıra ağladım ve çoğu zaman da gözlerim dolu gezmeye başladım. sırf hayatımda o vardı diye, kedili ne varsa eve, üstüme başıma almaya çalışırdım.. şuan onlar ne anlamsız geliyor anlatmam mümkün değil. yüzünü avuçlayamıyorum, tüylerini tarayamıyorum, beraber uyuyamıyoruz, sabahları benle kapının önünde durmuyor, miyavlamıyor.. ev sessiz, mırmır yok. evin neşesi diye deyip durdum, neşem yok artık. yeni yılda canımın içi yok. iki ayı geçti ama sanki dün oldu bunlar, bakın yine başıma ağrılar girdi. kafamda sürekli senaryo dövüştürüyorum. kafamı hala kurcalayan bu dertler yanında, mırmır yaşıyor olsaydı nasıl hissederdim. mırmır yaşasaydı ben bu dertleri hahaaay! diye göğüslerdim. böyle şeyler.
bunu da anlatıp yine kendime de hatırlattığıma göre devam edeyim. terapiye gitmedim. tam bir randevu almıştım, gidecektim derken işle ilgili çok olay araya girdi. öylece kaldı. muhtemelen bir süre daha gidecek cesareti kendimde bulamam.
aşık olmak üzerine çok düşündüm. ama konuşmayacağım sanırım. ben üstüne düştükçe olmuyor, ben bırakınca da olmuyor, galiba genel olarak olmuyor. aşkı ve birileriyle sürekli paylaşmaya duyacağım isteği yine ilerleyen zamanlarda, rastgele bir ana atayacağım.
joachim trier için istanbul'a gidip geldim. son filmi kıbrıs'ta gösterime girmeyince, kendimi tutamadım ve ani bir karar aldım. ilk anında film izleyip rahatlayacağımı düşünürken bu sürede, yalnız yemek yemek, yalnız gezinmek, ve diğer yalnız yapılan çokça şeyden sonra gidiverdim. film boyu üç kez boğazıma bir yumru oturdu, anders danielsen lie yine beni ağlatmak için monolog ile karşıma çıktı. bir insana olmasa da, yine bir filme, aşık oldum. bir oslo, 31 august değildi ama ben gibiydi. zaten poly, daphni şarkısı ile başlamıştı. daha ne olsun. bu tatilde müco'yu da gördüm. beraber bira içtiğimiz, (hayatımda ilk kez) metal dinlemeye gittiğim çok çok güzel bir zamandı. zaten bana filmin posterini de bir duvardan söküp verdi :').
ara ara içime kaçıp gitme isteği doğuyor ama gidemedim henüz. belki ara ara olmasından, belki de daha reel sebeplerden. tamam, muhtemelen daha reel sebeplerden. yine de, bazen bilet bakıyorum, oda, ev bakıyorum. geçmiş senelerde bayıla bayıla yaptığım daydreaming'i yapıyorum. kayıp gitmece.
arayış.