26 Temmuz 2016 Salı

ikinci gün

expressions-of-nature:
“ by Sverrir Thorolfsson
Hestfjörður, Iceland
”

en sondan bir önceki yazımın konusu günlük tutmaya başlayışımla ilgiliydi. 30 günlük bu olayın ikinci gününde konu bu: uyandığında sahip olduğun ilk düşünce neydi? pozitif miydi, negatif miydi? düşünce yapını daha mutlu daha sağlıklı hale nasıl getirebilirsin?

uyandığımda sahip olduğum ilk düşünce anlamsız bir üşüme hissi üzerineydi. bir arkadaşımla film izlemek için anlaşmıştık gece yarısı civarı, uyuyakalmışım ve terler içerisinde uyuduğumu, saçlarımın ıslak olduğunu anımsıyorum. sonra kardeşim odaya geldi ve klimayı açtı. sanırım azıcık üşüttüm. pozitif veya negatif olarak değerlendirmedim, nötrdü. ne yaz ortasında içimin titremesi pozitif sayılabilir, ne de üşüme hissinin güzelliği benim için negatif diye nitelendirilebilir. düşünce yapısının iyileşmesi, kişiyi mutlu etmesi ve sağlıklı temellere sahip olması çevre ile alakalı sanırım. yani artık eminim, sanırım dememe gerek yok, baya baya bunu savunuyorum. kendin olmanın güzelliğini gösteren, saygı ve sevgiyi öğreten bir çevreden nasıl kötü bir düşünce yapısı ortaya çıkar ki?

25 Temmuz 2016 Pazartesi

twitter, instagram



twitter ve instagram hesaplarımı dondurdum. sanırım bir hafta geçti üstünden, onuncu güne bile giriyor olabilirim. burayı okuyan ve herhangi bir platformda beni takip eden, ufacık bir şans da olsa merak eden varsa diye kısaca açıklamak istedim. pek çok sebep sayabilirmişim gibi geliyor, yazıp yazıp siliyorum.

twitter negatif etki bırakıyordu üstümde. haberler ve neyi hissetmemiz, ne konuşmamız gerektiğini dikte etmeye çalışan insanlar. yeme bozukluklarını güzel bir şeymiş gibi göstermeye çalışan çatlaklar. her konudan konuşmaları gerektiğine inananlar. sonunda konuştuğunuzda bunların saçmalık olduğuna kanaat getirenler. her şeyi bilen, en güzel bilen insanlar. sadece pozitif olanlar ve sadece negatif olanlar. ben bilmediğimi anladım. ve bunların içerisinde olmak istemediğime karar verdim.

instagram hesabımı ise paylaşmış olmak için paylaşan ve eğer fotoğraf yoksa yaşanmamıştır anlayışıyla yaşayan birçok insanla dolu bir akışa sahip olduğum için dondurdum. takibi bırakmak da bir çözüm ama artık ben de bir şeyler paylaşmak istemiyorum, yani en azından şuan için, o yüzden dondurmak en mantıklı seçenek geldi.


bana ulaşmak isteyenler e-mail, facebook, blog aracılığıyla ulaşabilirler. onlar kesmezse, bir kahve içmeye de çağırabilirler.

*yazarken kocaman bir bardak papatya çayı içtim ve willow smith'in flowers şarkısıyla başlayıp ben howard'ın in dreams'i ile bitirdim.

24 Temmuz 2016 Pazar

günlük



günlük tutmaya başladım. sanırım ağırlıklı olarak rüyalarımı yazacağım çünkü en kolay hafızamı terk edecek şeyler onlar. şimdilik geçenlerde anlattığım kedi adamlı rüyayı ve dün gece gördüğümü kaydettim. daha sonra ise bugün düşündüklerimi, bir aile üyesine karşı beslediğim kötü hisleri anlattım.

kötü hislerim geçmek bilmedi ve beni sömürdüler. maalesef defterinize her zaman mutlu şeylerden bahsetmek de pek mümkün değil. güneşli günler ve bulutlu günler.

mutlu şeyler demişken, otuz gün sürecek bir yazma olayına kalkıştım. amaç bana kalemi tutmayı, deftere yazmayı sevdirmek. hiç günlük tutmadım. belki hayatım boyu toplasanız beş gün maksimum ama o günler şuan nerede, hangi çöplükte veya neye geri dönüştürüldü bilmiyorum. işte bu otuz günlük olayın ilk yazma konusu: bugün seni ne mutlu etti? 

ha ha. bulacağım elbet. genelde mutlu eden şeyler günlük hayatıma yansımıyor ama kafamın içinde gerçekleşiyor.

20 Temmuz 2016 Çarşamba

düşüncelerde aşk ne işe yarar

çiçekler, sarılar, beyazlar ve pembelerden oluşan incecik bir elbise aldım dün. sanki geçmişten gelmişim gibi hissedeceğim her giydiğimde. eski sinema filmlerinde ve fotoğraflarda gördüğümüz cinse benziyor biraz. babaannemin çok beğeneceğini tahmin ediyorum.

rüyalara geri dönecek olursak, günler önce gördüğüm bir tanesini aktarmaya karar verdim. sanırım bunlar ve özellikle rüyada gördüğüm kişiyi anlatmak için başka bir blog kullanıyordum ama şimdi ona gitmeye üşeniyorum. kaydı olsun bu rüyanın, unutulmasın.

evdeyim ve koltukta uzanıyorum. hava kapalı ve yağmur yağıyor, uzandığım yerden bunu görebiliyorum. bana uzunca bir mesaj geliyor bu kişiden. okulun ne durumda olduğunu, işlerimi halledip halledemediğimi soruyor ve bu konuda teselli ediyor. bu uzunca yazının altına sevdiğim şeylerden derleme yapmış. filmler, müzikler, yazılar... hepsi o yazının altına iliştirilmiş. ilk sırada ufacık bir yazı. eğer sen bir kediysen ben de bir kediyim.

o an nedensiz bir hüzün kaplamış beni, rüyadayım sanırım diye düşünmüşüm ve rüya olmamasını ummuşum. sonra uyanıp mesajlara bakmışım ve rüyaymış. uyanıp mesajlara bakmam ve rüya çıkması da bir rüyaymış.

rüya, rüya, rüya. yine de çok güzel rüya.

18 Temmuz 2016 Pazartesi

bu sıralar yine etkisinden çıkamadığım, parça parça veya tamamını hatırlayabildiğim rüyalar görmeye başladım. öncesinde birkaç gün ya sadece bir sahnesini söyleyebiliyordum ya da hiç. düzenli olarak her gördüğümü hatırladığım ve uyumadan evvel anlattığım rüyalarım da vardı.

başlarken, bilmiyorum, şuana kadar hatırladıklarımı mı anlatmalıyım yoksa dün gece gördüğümü mü? dün gecekinden başlayayım belki devamı gelir.



bir öğlen vakti odamdayım ve camlar açık. ölmek üzere olan biri var. o ölmek üzere olan kişiyi sevenler var. kısa saçları olan kıza yaklaşıyorum ve ona sarılacağım sanırım. beni itiyor. onunla olan zamanından çaldığımı söylüyor. zamanımdan çaldın! zamanımdan çaldın! onunla olan zamanımdan çaldın, nasıl yetecek bana bu günler! ağlıyor. sesi çatlıyor bana bağırırken. sanırım ben de sevmişim bu ölmekte olan kişiyi. diğerlerinin sevmesine izin vermeyecek kadar bencilceymiş. kısa saçlı kıza ona yardım edeceğini, işleri kolaylaştırmaya çalışacağımı ve beraber hareket edeceğimizi söylüyorum. sonuç ne bilmiyorum.

o ölmek üzere. zamanından çaldım.
akşam serinliğinde balkonun en köşesinde sandalyemde kıvrıldım, babam masanın diğer ucunda kabak tatlısını yerken kitabımın sayfalarını harcadım. keşke daha çok esseydi dışarısı ve keşke annem de gelip sohbet etmeye başladıklarında dikkatim dağılmasaydı diye düşledim.

4 Temmuz 2016 Pazartesi

Guilty Pleasure

Ben yine mi çok geciktirdim? Gerçi geçen sefer sanki maksimum bir hafta sonra yazmıştım da, guilty pleasure olayında dev tıkandım.  Birkaç paragrafı yazmıştım geçen hafta içinde ama içime bir türlü sinmedi ve devamını getirirken zorlandım. O yüüüzden yeniden başlıyorum.

Geciktiriyor olduğum için özür dilerim ve beni de unutmayıp dahil ettiği için Eylül'e teşekkürler olsun!

Yemek Fotoğrafları

delta-breezes:
“ Elizabeth Kirby | @local_milk
”

Sahip olduğum en büyük guilty pleasure! Artık yemek yemekten çok fotoğrafları incelemeyi tercih edebileceğimi düşünmeye başladım. Dolu dolu tabaklar, birlikteliğin kutlandığı sofralar, çiçekler ve tonlarca yeşilliğin arasında yapılan pikniklerde tüketilen yiyecekler her zaman bende değişik hisler uyandırmayı beceriyor. Yemek fotoğrafları demişken bu alanda anlatmış olayım. Kitapçıda dolanırken Ella Mills'in (önceden Ella Woodward, aka Deliciously Ella) Deliciously Ella, Every Day kitabını gördüm ve bu plant-based beslenen bünyem ilk görüşte aşk yaşadı. Henüüüz sadece yulaf ezmesi denemiş olsam da, rahatladığım saatler kitabı elime alır, malzemeleri, fotoğrafları tek tek incelerim! Bu da ayrı bir guilty pleasure sanki. Dediğim gibi, birlikteliğin sofralar aracılığıyla kutlanması çekiyor.



IMDb Watchlist

  

IMDb hesabımda oluşturduğum izleme listesinde aşağı yukarı 480 yapım var. Günün çoğunda yan sekmede imdb açık, sıralamam da film uzunluğu, kısadan uzuna. Filmlerden çok listemi izliyor olabilirim. Liste tamam ama kafamda resmen ayrı birçok liste daha var. Kışın izlensin, yazın, tam sonbahar filmi, aşık olunca ve olmayınca, herkesin izlediği benim geride kaldıklarım, cadılar bayramı, hayvan hakları belgeselleri, artık başlamam gereken diziler ve uzuyor gidiyor.


Markette Ürünleri İncelemek

celeritious:
“ Tina, You’ve Got Jam by Rick Nunn on Flickr.
”

Of, yaşıtlarım neler yapıyor, ben neler yapıyorum ağağağağğğ şimdi bir farkındalık vurdu da ahah çatlayacağım. Her türlü yiyecek bölümünü uzunca gezer, içindekiler kısmını dikkatlice okur ve tamamen bitkisel ürünlerle yapılabileceğini düşündüklerimde hayvansal ürünler bulunca içimde bir şeyleri ölümünü hissederim (for real). Aksinin de olduğu olur, çok istediğim bir ürün vegan çıkınca dolaşmamın geri kalanında zıplayarak gezerim reyonları (for real). Onun dışında organik, sürdürülebilir metotlar ile üretilmiş her şey sevindiriyor. Bence benim gibi boş bir hayat sürüyorsanız, market gezinmek oldukça sakin, tatlı bir olay.

gigieatsvegan:
“Sunday’s are for farmers markets
”

Elektronik Müzik


Dans sırasında kaskatı kesilen biriyim ve bu sebepten dolayı hiç mi hiç hoşlanmıyorum dans etmekten. Öte yandan neyi severim? Sabaha karşı saatlerde yaşanan sessizliği ve serinliği. Ne alaka olabilir, şöyle, sanki vücudum ben hissetmek istiyorum diyor. Hareket etmek istediğini iletiyor bana. Ben de açıyorum en güzelinden birkaç şarkı, karanlığın içinde sallanıyorum. Aslında bu guilty pleasure olmamalı, birileri o müziği yapıyor sonuçta ve elbette dinleniyor ki ben de buluyorum. Ama yine de kimsenin haberi olmuyor ben bunları yaparken, kendime saklıyorum ondan sayılıyor herhalde.

an-object-that-tells:
“ Jonnine onstage with HTRK closing At First Sight.
”

Sanırım bu kadar!
Etiketleyebileceğim hangi isimler var bilmiyorum. Bu sıralar üzülerek söylüyorum ki çok azınızın yazdıklarını okudum, burada mısınız yoksa sizde mi kayıplara karıştınız fikrim yok. Siz yine de isterseniz yorumla anlatın, isterseniz kocaman bir yazı yazın ve okuyayım!

Çokça sevgiler.