yalnızlık.
hayatımda ilk kez tek başıma sinemaya gittim geçen gün. filme son on dakika kala, "acaba undine'yi de gösteriyorlar mıdır?" düşüncesine yenik düşerek... biletimi aldım hemen. salonda tek ben vardım. petzold'un son hikayesiyle, karşımda paula ve franz ile kaldım. transit filmi ile tanışmıştım bu üç isimle. yalın filmler, büyülü, kimine uzak bana ise yakın.
ağırlaşan anksiyetem filmin ilk yarısında kapkaranlık salonda tek olmayı kaldıramaz gibi oldu. zaten sinema da kocaman ve karmaşık bir yerdi. kafamın içerisinde kaçış senaryoları oluşturdum. başıma gelebilecek x olayı için alabileceğim on aksiyon ne olabilirdi, bunları düşündüm ara ara.
film araya girdi. çantamı aldım ve kaçtım. zaten film 2020'dendi, bende indirilmiş halde duruyordu. sadece elim hiç izlemeye varmamıştı o güne dek.
salondan çıktım ve korkularımın biraz yersiz olabileceğini hissettim. evet, salon büyüktü, benim için labirent gibiydi ama insanlar da vardı. onlar da filmden filme gidiyor, sohbet ediyor ve benimle aynı yerdelerdi.
salonun dışında, aydınlıkta, aranın bitmesini bekledim. bugün ben yenilmeyecektim. film devam etti, ben yayıla yayıla izledim. belki de hikayeden çok etkilendim, gözlerim doldu. gururla terk ettim sinemayı. 23 yaşındaydım ve ilk kez tek başıma film izlemiştim sinemada.
sonra her şeyi tek yapmak istediğimi düşündüm.
ertesi gün meydanda yürüdüm. vegan çikolata aldığım yerdeki kadın kıyafetime iltifat etti, annemin doksanlarda giydiklerinden olduğunu söyledim. loud places dinledim. soya sütlü, buzlu latte içtim. eve döndüm.
yeni bir suç belgeseline başladım.