dustin o'halloran- we move lightly
alela diane- foreign tongue
nancy sinatra- things
i got you on tape- somersault
hindi zahra- any story
faron young- i miss you already
nick cave & the bad seeds- i need you
dustin o'halloran- departures n1
phoenix- chloroform
24 Aralık 2016 Cumartesi
30 Ekim 2016 Pazar
16 Ekim 2016 Pazar
flower walks with a flower/ islander #3
taşındım taşınalı aynı yolu gidip geliyorum her gün. bazen dört defa görüyorum aynı yeri, bazen gözlerimi değil ruhumu kapatıp gittiğimden ilgimi çekmiyor hiçbiri. çiçek elinde çiçekle yürüyor.
erken bir saatte alarmın sesine gözlerimi açıyorum. pencereler açık yattık, üşüyorum ve örtünün altına saklanıyorum. bir saat geçiyor. artık yatıp uyumak için lüksüm kalmamış oluyor. askıya uzanıyorum ve toz pembe hırkamı üzerime geçiriyorum. hava halen daha çok soğuk.
kahvaltıya olan hislerimi sorguluyorum. yutkunamıyorum sabahları, o yüzden b12 hapını da içemiyorum. mutfakta sandalyeme yerleştim, belki güzel bir soundtrack açtım, ayılmayı bekleyeceğim. genelde interstellar veya the assassination of the jesse james by the coward robert ford oluyor. çok iyi haldeysem izlandik indie. şarkıyı söyleyeceğim ama sesim kesik kesik. bunalıyorum ve suyu kaynatıyorum. çay için değil, yulaf. bir kere çay yapayım dedim de, içmeyi unuttum.
kendimi zorlaya zorlaya da olsa kahvaltıyı bitiriyorum. uyuduğum zaman beni acele ettirdi. yatağımı toplayamadan gitmek zorundayım. öğünlerimi çantaya atıp çıkıyorum. hava serin.
acaba incecik tişörtle çıktığım için pişman olacak mıyım diye düşünürken bir yandan kapıyı kilitliyorum. hayır, hava sıcak. evden dümdüz aşağı iniyorum. çok güzel kokulu çiçekler döken bir ağaç var. döktüğü en taze çiçeği yerden alıyor ve yoluma onu arada koklayarak devam ediyorum.
yolun uzun gelmesinden korkuyorum. bazen çabucak bitiyor, bazen adımlarımın acısını hissediyorum. yaşadığım psikolojik gerginlikler yolun sonuna yakın üstüme çöküyor kimi gün. rahatla, rahatla, rahatla. bunları kendine tekrarla. gerilecek hiçbir şeyin yok. yok!
saatlerim geçiyor okulda. ne yaptığımı ve düşündüğümü takip edemiyorum. üç karakteri düşünüyorum, robert ford'da duruyorum. robert ford hayali değil, ama sayacağım onu da, çünkü özdeşleşmişiz. değişik. değişmiş. hayatımda yeni insanlar olmuş. öyle şeyler işte.
eve döneceğim. hava sıcak değil, hava çok sıcak. ensemin terlemeye başladığını hissediyorum. kıyafetlerimi üstümden atmak ve uyumak gibi hedeflerim var. yürü yürü yürü, dakikalarım yine hızla akmaya başlıyor. başka yoldan dönüyorum eve, arkadaşımı otobüse kadar yolcu ettikten sonra. o yolda o çiçekleri döken ağaçtan bir sürü var. ve daha çok çiçek döküyorlar. bazen yerden bir değil, iki tane alıyorum.
girne'nin, çatalköy'ün gün batımlarını özlemeye o an başlıyorum. geldiğimden beri bir defa büyülendim, o da yarım yamalaktı, gerçi büyülenmenin yarım yamalağı olur mu, düşündürücü. kalabalık yollardan karşıya geçiyorum ve artık eve yaklaştım. adımlarım daha kolay geliyor. evi görünce neredeyse koşacağım. kapıyı açıyorum ve ilk işim çiçekleri sehpanın üzerindeki kaseye bırakmak.
benden bu kadar.
ekimin ortasındaki sıcağa anlam vermeye çalışarak uyumak, akşam uyanınca vaktinden gittiğine üzülmek.
ertesi sabah yine yerden çiçek almak. bu kadar basit, bu kadar sıcak.
erken bir saatte alarmın sesine gözlerimi açıyorum. pencereler açık yattık, üşüyorum ve örtünün altına saklanıyorum. bir saat geçiyor. artık yatıp uyumak için lüksüm kalmamış oluyor. askıya uzanıyorum ve toz pembe hırkamı üzerime geçiriyorum. hava halen daha çok soğuk.
kahvaltıya olan hislerimi sorguluyorum. yutkunamıyorum sabahları, o yüzden b12 hapını da içemiyorum. mutfakta sandalyeme yerleştim, belki güzel bir soundtrack açtım, ayılmayı bekleyeceğim. genelde interstellar veya the assassination of the jesse james by the coward robert ford oluyor. çok iyi haldeysem izlandik indie. şarkıyı söyleyeceğim ama sesim kesik kesik. bunalıyorum ve suyu kaynatıyorum. çay için değil, yulaf. bir kere çay yapayım dedim de, içmeyi unuttum.
kendimi zorlaya zorlaya da olsa kahvaltıyı bitiriyorum. uyuduğum zaman beni acele ettirdi. yatağımı toplayamadan gitmek zorundayım. öğünlerimi çantaya atıp çıkıyorum. hava serin.
acaba incecik tişörtle çıktığım için pişman olacak mıyım diye düşünürken bir yandan kapıyı kilitliyorum. hayır, hava sıcak. evden dümdüz aşağı iniyorum. çok güzel kokulu çiçekler döken bir ağaç var. döktüğü en taze çiçeği yerden alıyor ve yoluma onu arada koklayarak devam ediyorum.
yolun uzun gelmesinden korkuyorum. bazen çabucak bitiyor, bazen adımlarımın acısını hissediyorum. yaşadığım psikolojik gerginlikler yolun sonuna yakın üstüme çöküyor kimi gün. rahatla, rahatla, rahatla. bunları kendine tekrarla. gerilecek hiçbir şeyin yok. yok!
saatlerim geçiyor okulda. ne yaptığımı ve düşündüğümü takip edemiyorum. üç karakteri düşünüyorum, robert ford'da duruyorum. robert ford hayali değil, ama sayacağım onu da, çünkü özdeşleşmişiz. değişik. değişmiş. hayatımda yeni insanlar olmuş. öyle şeyler işte.
eve döneceğim. hava sıcak değil, hava çok sıcak. ensemin terlemeye başladığını hissediyorum. kıyafetlerimi üstümden atmak ve uyumak gibi hedeflerim var. yürü yürü yürü, dakikalarım yine hızla akmaya başlıyor. başka yoldan dönüyorum eve, arkadaşımı otobüse kadar yolcu ettikten sonra. o yolda o çiçekleri döken ağaçtan bir sürü var. ve daha çok çiçek döküyorlar. bazen yerden bir değil, iki tane alıyorum.
girne'nin, çatalköy'ün gün batımlarını özlemeye o an başlıyorum. geldiğimden beri bir defa büyülendim, o da yarım yamalaktı, gerçi büyülenmenin yarım yamalağı olur mu, düşündürücü. kalabalık yollardan karşıya geçiyorum ve artık eve yaklaştım. adımlarım daha kolay geliyor. evi görünce neredeyse koşacağım. kapıyı açıyorum ve ilk işim çiçekleri sehpanın üzerindeki kaseye bırakmak.
benden bu kadar.
ekimin ortasındaki sıcağa anlam vermeye çalışarak uyumak, akşam uyanınca vaktinden gittiğine üzülmek.
ertesi sabah yine yerden çiçek almak. bu kadar basit, bu kadar sıcak.
18 Eylül 2016 Pazar
the mountains and the sea/ islander #2
rüyalarımda girne'yi, dağları koşarak geçtiğimi anlatmıştım. sokakları tanıdığımı, boş yollarda koştuğumu ve bunları yapmanın verdiği hazzı hissettiğimi de anlatmış olmalıyım. yine o rüyalardan gördüm.
son zamanlarda hep bu benzer rüyayı görüyorum. bir grup insanla kurak arazileri yürüyorum, vadiler, tepeler, tek tük ağaçların olduğu yerlerden geçiyorum. kocaman taşlarla dolu o dağları çıkıyorum ve dönüyorum. dönünce deniz. kuraklıklar bitiyor, güneş güzelleşiyor ve aşağıya iniyorum. cıvıl cıvıl.
hayalimdeki yaz adeta. suyun sesini duyabiliyorsun ve kuşları görüyorsun. sahil boyunca yürümeye devam ediyorum. fotoğraflar çekiyorum.
sürekli ama sürekli bu rüyayı görüyorum. köşeden dönünce önümde denizi buluyorum. adanın çevresinde turluyorum ve geçmişe gidiyorum. limanda koşuyorum ve geceyi kutluyorum. karanlıklarda daralıyorum ve adamın kolundan çektiğim gibi sokaklara dalıyoruz. arabaya biniyorum ve ağaçlarla çevrili o yoldan geçiyoruz. uyanıyorum ve o yola gidiyorum.
son zamanlarda hep bu benzer rüyayı görüyorum. bir grup insanla kurak arazileri yürüyorum, vadiler, tepeler, tek tük ağaçların olduğu yerlerden geçiyorum. kocaman taşlarla dolu o dağları çıkıyorum ve dönüyorum. dönünce deniz. kuraklıklar bitiyor, güneş güzelleşiyor ve aşağıya iniyorum. cıvıl cıvıl.
hayalimdeki yaz adeta. suyun sesini duyabiliyorsun ve kuşları görüyorsun. sahil boyunca yürümeye devam ediyorum. fotoğraflar çekiyorum.
sürekli ama sürekli bu rüyayı görüyorum. köşeden dönünce önümde denizi buluyorum. adanın çevresinde turluyorum ve geçmişe gidiyorum. limanda koşuyorum ve geceyi kutluyorum. karanlıklarda daralıyorum ve adamın kolundan çektiğim gibi sokaklara dalıyoruz. arabaya biniyorum ve ağaçlarla çevrili o yoldan geçiyoruz. uyanıyorum ve o yola gidiyorum.
17 Eylül 2016 Cumartesi
11 Eylül 2016 Pazar
10am sun
şunları aşırı yorgunlukla yazıyorum. bu hafta çatalköy'den girne'ye, girne'den mağusa'ya gitmek ve mağusa'dan çatalköy'e geri dönüş yaparken tüm enerjim vücudumdan nasıl çekiliyorsa şuan bunu sabahtan yine yapacağımın düşüncesi aşırı geriyor ve sömürüyor.
bu yolculukları enerjim daha fazla sömürülmesin diye yapıyor oluşum ise ağlatacak resmen. ne zaman arkadaşlarımla buluşacak olsam, o günün sabahı da aynı yorgunluğu yaşarım. yatağı belirli bir saatte terk etmek zordur, kahvaltıyı mecburen yapmak zordur ve sıcakta yol tepmek zordur, iptal edemiyor muyum bunu diye düşündürür.
öte yandan içimden aptalca da sevinirim. çünkü önceki gece 12de, 1de yattım. sabahın 3, 4 veya 5inde değil. ve sabah güneşinde uyandım. sabah güneşi farklıymış.
bu yolculukları enerjim daha fazla sömürülmesin diye yapıyor oluşum ise ağlatacak resmen. ne zaman arkadaşlarımla buluşacak olsam, o günün sabahı da aynı yorgunluğu yaşarım. yatağı belirli bir saatte terk etmek zordur, kahvaltıyı mecburen yapmak zordur ve sıcakta yol tepmek zordur, iptal edemiyor muyum bunu diye düşündürür.
öte yandan içimden aptalca da sevinirim. çünkü önceki gece 12de, 1de yattım. sabahın 3, 4 veya 5inde değil. ve sabah güneşinde uyandım. sabah güneşi farklıymış.
görüşürüz gündüz.
**
01.40'da gelen edit: ben iptal etmedim, şartlar bu yolculuğu erteletti. iyi ki erteletti. birazcık uyku ve enerji toplayışlar! herkese iyi uykular. ben halen daha deli gibi yorgunum
**
01.40'da gelen edit: ben iptal etmedim, şartlar bu yolculuğu erteletti. iyi ki erteletti. birazcık uyku ve enerji toplayışlar! herkese iyi uykular. ben halen daha deli gibi yorgunum
4 Eylül 2016 Pazar
i was here/ islander
dün gece aşağı yukarı iki saat yoldaydık. gideceğimiz yeri sevmiyordum. gideceğimiz yer için belirlediğimiz rotamızı da. sonra her yer karardı. binalar, aydınlatılmış yollar, hepsi geçti ve bitti. dönüş yolunda saçlarımı toplamadım. dönüş yolumuz güzeldi. virajlar, çam kokusu, yıldızlar ve yıldızlar. gelecek için bir düşünce ayırdım kenara. sevmediğim yolu tepecektim. tüm virajları dönecektim ve büyük ihtimal yalnız olacaktım. bu ağaçları rüyamda gördüm. bu yoldan geçtim.
yalnız dolanmalara, gecelere ve sabahlara o kadar korkuyla yaklaşıyorum ki sadece rüyamda saf bir şeyler gerçekleşebiliyor. koşarken topuklarımı hissediyorum. hızımı. kıyafetlerimi ve rüzgarı. gün batımını ve sonra doğumunu. onları hissedebiliyorum. girne'de koşuyorum. gündüzleri lanet inşaatlarla, lanet bir trafikle beni karşılayan girne geceleri rüyalarımda benim için bomboş oluyor. yokuşlardan aşağıya koşuyorum. yolları dönüyorum. yetişmeye çalışıyorum ve bir şekilde artık yetişmeme gerek kalmıyor. dağların dibinde oluyorum. esiyor ve bunu hissedebiliyorum. uyanık olduğum zamanlar bunları yapmak istiyorum.
yalnız dolanmalara, gecelere ve sabahlara o kadar korkuyla yaklaşıyorum ki sadece rüyamda saf bir şeyler gerçekleşebiliyor. koşarken topuklarımı hissediyorum. hızımı. kıyafetlerimi ve rüzgarı. gün batımını ve sonra doğumunu. onları hissedebiliyorum. girne'de koşuyorum. gündüzleri lanet inşaatlarla, lanet bir trafikle beni karşılayan girne geceleri rüyalarımda benim için bomboş oluyor. yokuşlardan aşağıya koşuyorum. yolları dönüyorum. yetişmeye çalışıyorum ve bir şekilde artık yetişmeme gerek kalmıyor. dağların dibinde oluyorum. esiyor ve bunu hissedebiliyorum. uyanık olduğum zamanlar bunları yapmak istiyorum.
3 Eylül 2016 Cumartesi
il gattopardo
we were the leopards, the lions, those who take our place will be jackals and sheep, and the whole lot of us -leopards, lions, jackals and sheep- will continue to think ourselves the salt of the earth
1963
2 Eylül 2016 Cuma
30 Ağustos 2016 Salı
three faces, faces part 2
en çok da üçüncü fotoğrafı seviyorum. öyle zamansız, öyle kayıp ama öyle de güzel ki.
three faces. bacall, garland and sinatra.
29 Ağustos 2016 Pazartesi
one more time with timelessness
lately i've been thinking about all the things i love. all of them. voices. sounds. moving pictures. faces. dresses. smells. lights. movements. shapes. stories. pages. minutes.
from me to you
many faces. part one
25 Ağustos 2016 Perşembe
to love
"To Love: I didn’t ask you to stay. But you stayed. I never asked you who you were Or what you wanted. You were simply there. What did you want from me, love? Was I not stronger alone? And did I ever need you? But stay a bit longer. Not long until they stop asking how I am and I stop answering, “Fine.” Everyone can tell at a glance: You are here. If you ever leave me I will go with you."
19 Ağustos 2016 Cuma
26 Temmuz 2016 Salı
ikinci gün
en sondan bir önceki yazımın konusu günlük tutmaya başlayışımla ilgiliydi. 30 günlük bu olayın ikinci gününde konu bu: uyandığında sahip olduğun ilk düşünce neydi? pozitif miydi, negatif miydi? düşünce yapını daha mutlu daha sağlıklı hale nasıl getirebilirsin?
uyandığımda sahip olduğum ilk düşünce anlamsız bir üşüme hissi üzerineydi. bir arkadaşımla film izlemek için anlaşmıştık gece yarısı civarı, uyuyakalmışım ve terler içerisinde uyuduğumu, saçlarımın ıslak olduğunu anımsıyorum. sonra kardeşim odaya geldi ve klimayı açtı. sanırım azıcık üşüttüm. pozitif veya negatif olarak değerlendirmedim, nötrdü. ne yaz ortasında içimin titremesi pozitif sayılabilir, ne de üşüme hissinin güzelliği benim için negatif diye nitelendirilebilir. düşünce yapısının iyileşmesi, kişiyi mutlu etmesi ve sağlıklı temellere sahip olması çevre ile alakalı sanırım. yani artık eminim, sanırım dememe gerek yok, baya baya bunu savunuyorum. kendin olmanın güzelliğini gösteren, saygı ve sevgiyi öğreten bir çevreden nasıl kötü bir düşünce yapısı ortaya çıkar ki?
25 Temmuz 2016 Pazartesi
twitter, instagram
twitter ve instagram hesaplarımı dondurdum. sanırım bir hafta geçti üstünden, onuncu güne bile giriyor olabilirim. burayı okuyan ve herhangi bir platformda beni takip eden, ufacık bir şans da olsa merak eden varsa diye kısaca açıklamak istedim. pek çok sebep sayabilirmişim gibi geliyor, yazıp yazıp siliyorum.
twitter negatif etki bırakıyordu üstümde. haberler ve neyi hissetmemiz, ne konuşmamız gerektiğini dikte etmeye çalışan insanlar. yeme bozukluklarını güzel bir şeymiş gibi göstermeye çalışan çatlaklar. her konudan konuşmaları gerektiğine inananlar. sonunda konuştuğunuzda bunların saçmalık olduğuna kanaat getirenler. her şeyi bilen, en güzel bilen insanlar. sadece pozitif olanlar ve sadece negatif olanlar. ben bilmediğimi anladım. ve bunların içerisinde olmak istemediğime karar verdim.
instagram hesabımı ise paylaşmış olmak için paylaşan ve eğer fotoğraf yoksa yaşanmamıştır anlayışıyla yaşayan birçok insanla dolu bir akışa sahip olduğum için dondurdum. takibi bırakmak da bir çözüm ama artık ben de bir şeyler paylaşmak istemiyorum, yani en azından şuan için, o yüzden dondurmak en mantıklı seçenek geldi.
bana ulaşmak isteyenler e-mail, facebook, blog aracılığıyla ulaşabilirler. onlar kesmezse, bir kahve içmeye de çağırabilirler.
*yazarken kocaman bir bardak papatya çayı içtim ve willow smith'in flowers şarkısıyla başlayıp ben howard'ın in dreams'i ile bitirdim.
24 Temmuz 2016 Pazar
günlük
günlük tutmaya başladım. sanırım ağırlıklı olarak rüyalarımı yazacağım çünkü en kolay hafızamı terk edecek şeyler onlar. şimdilik geçenlerde anlattığım kedi adamlı rüyayı ve dün gece gördüğümü kaydettim. daha sonra ise bugün düşündüklerimi, bir aile üyesine karşı beslediğim kötü hisleri anlattım.
kötü hislerim geçmek bilmedi ve beni sömürdüler. maalesef defterinize her zaman mutlu şeylerden bahsetmek de pek mümkün değil. güneşli günler ve bulutlu günler.
mutlu şeyler demişken, otuz gün sürecek bir yazma olayına kalkıştım. amaç bana kalemi tutmayı, deftere yazmayı sevdirmek. hiç günlük tutmadım. belki hayatım boyu toplasanız beş gün maksimum ama o günler şuan nerede, hangi çöplükte veya neye geri dönüştürüldü bilmiyorum. işte bu otuz günlük olayın ilk yazma konusu: bugün seni ne mutlu etti?
ha ha. bulacağım elbet. genelde mutlu eden şeyler günlük hayatıma yansımıyor ama kafamın içinde gerçekleşiyor.
20 Temmuz 2016 Çarşamba
düşüncelerde aşk ne işe yarar
çiçekler, sarılar, beyazlar ve pembelerden oluşan incecik bir elbise aldım dün. sanki geçmişten gelmişim gibi hissedeceğim her giydiğimde. eski sinema filmlerinde ve fotoğraflarda gördüğümüz cinse benziyor biraz. babaannemin çok beğeneceğini tahmin ediyorum.
rüyalara geri dönecek olursak, günler önce gördüğüm bir tanesini aktarmaya karar verdim. sanırım bunlar ve özellikle rüyada gördüğüm kişiyi anlatmak için başka bir blog kullanıyordum ama şimdi ona gitmeye üşeniyorum. kaydı olsun bu rüyanın, unutulmasın.
evdeyim ve koltukta uzanıyorum. hava kapalı ve yağmur yağıyor, uzandığım yerden bunu görebiliyorum. bana uzunca bir mesaj geliyor bu kişiden. okulun ne durumda olduğunu, işlerimi halledip halledemediğimi soruyor ve bu konuda teselli ediyor. bu uzunca yazının altına sevdiğim şeylerden derleme yapmış. filmler, müzikler, yazılar... hepsi o yazının altına iliştirilmiş. ilk sırada ufacık bir yazı. eğer sen bir kediysen ben de bir kediyim.
o an nedensiz bir hüzün kaplamış beni, rüyadayım sanırım diye düşünmüşüm ve rüya olmamasını ummuşum. sonra uyanıp mesajlara bakmışım ve rüyaymış. uyanıp mesajlara bakmam ve rüya çıkması da bir rüyaymış.
rüya, rüya, rüya. yine de çok güzel rüya.
18 Temmuz 2016 Pazartesi
bu sıralar yine etkisinden çıkamadığım, parça parça veya tamamını hatırlayabildiğim rüyalar görmeye başladım. öncesinde birkaç gün ya sadece bir sahnesini söyleyebiliyordum ya da hiç. düzenli olarak her gördüğümü hatırladığım ve uyumadan evvel anlattığım rüyalarım da vardı.
başlarken, bilmiyorum, şuana kadar hatırladıklarımı mı anlatmalıyım yoksa dün gece gördüğümü mü? dün gecekinden başlayayım belki devamı gelir.
bir öğlen vakti odamdayım ve camlar açık. ölmek üzere olan biri var. o ölmek üzere olan kişiyi sevenler var. kısa saçları olan kıza yaklaşıyorum ve ona sarılacağım sanırım. beni itiyor. onunla olan zamanından çaldığımı söylüyor. zamanımdan çaldın! zamanımdan çaldın! onunla olan zamanımdan çaldın, nasıl yetecek bana bu günler! ağlıyor. sesi çatlıyor bana bağırırken. sanırım ben de sevmişim bu ölmekte olan kişiyi. diğerlerinin sevmesine izin vermeyecek kadar bencilceymiş. kısa saçlı kıza ona yardım edeceğini, işleri kolaylaştırmaya çalışacağımı ve beraber hareket edeceğimizi söylüyorum. sonuç ne bilmiyorum.
o ölmek üzere. zamanından çaldım.
başlarken, bilmiyorum, şuana kadar hatırladıklarımı mı anlatmalıyım yoksa dün gece gördüğümü mü? dün gecekinden başlayayım belki devamı gelir.
bir öğlen vakti odamdayım ve camlar açık. ölmek üzere olan biri var. o ölmek üzere olan kişiyi sevenler var. kısa saçları olan kıza yaklaşıyorum ve ona sarılacağım sanırım. beni itiyor. onunla olan zamanından çaldığımı söylüyor. zamanımdan çaldın! zamanımdan çaldın! onunla olan zamanımdan çaldın, nasıl yetecek bana bu günler! ağlıyor. sesi çatlıyor bana bağırırken. sanırım ben de sevmişim bu ölmekte olan kişiyi. diğerlerinin sevmesine izin vermeyecek kadar bencilceymiş. kısa saçlı kıza ona yardım edeceğini, işleri kolaylaştırmaya çalışacağımı ve beraber hareket edeceğimizi söylüyorum. sonuç ne bilmiyorum.
o ölmek üzere. zamanından çaldım.
4 Temmuz 2016 Pazartesi
Guilty Pleasure
Ben yine mi çok geciktirdim? Gerçi geçen sefer sanki maksimum bir hafta sonra yazmıştım da, guilty pleasure olayında dev tıkandım. Birkaç paragrafı yazmıştım geçen hafta içinde ama içime bir türlü sinmedi ve devamını getirirken zorlandım. O yüüüzden yeniden başlıyorum.
Geciktiriyor olduğum için özür dilerim ve beni de unutmayıp dahil ettiği için Eylül'e teşekkürler olsun!
Sahip olduğum en büyük guilty pleasure! Artık yemek yemekten çok fotoğrafları incelemeyi tercih edebileceğimi düşünmeye başladım. Dolu dolu tabaklar, birlikteliğin kutlandığı sofralar, çiçekler ve tonlarca yeşilliğin arasında yapılan pikniklerde tüketilen yiyecekler her zaman bende değişik hisler uyandırmayı beceriyor. Yemek fotoğrafları demişken bu alanda anlatmış olayım. Kitapçıda dolanırken Ella Mills'in (önceden Ella Woodward, aka Deliciously Ella) Deliciously Ella, Every Day kitabını gördüm ve bu plant-based beslenen bünyem ilk görüşte aşk yaşadı. Henüüüz sadece yulaf ezmesi denemiş olsam da, rahatladığım saatler kitabı elime alır, malzemeleri, fotoğrafları tek tek incelerim! Bu da ayrı bir guilty pleasure sanki. Dediğim gibi, birlikteliğin sofralar aracılığıyla kutlanması çekiyor.
IMDb hesabımda oluşturduğum izleme listesinde aşağı yukarı 480 yapım var. Günün çoğunda yan sekmede imdb açık, sıralamam da film uzunluğu, kısadan uzuna. Filmlerden çok listemi izliyor olabilirim. Liste tamam ama kafamda resmen ayrı birçok liste daha var. Kışın izlensin, yazın, tam sonbahar filmi, aşık olunca ve olmayınca, herkesin izlediği benim geride kaldıklarım, cadılar bayramı, hayvan hakları belgeselleri, artık başlamam gereken diziler ve uzuyor gidiyor.
Of, yaşıtlarım neler yapıyor, ben neler yapıyorum ağağağağğğ şimdi bir farkındalık vurdu da ahah çatlayacağım. Her türlü yiyecek bölümünü uzunca gezer, içindekiler kısmını dikkatlice okur ve tamamen bitkisel ürünlerle yapılabileceğini düşündüklerimde hayvansal ürünler bulunca içimde bir şeyleri ölümünü hissederim (for real). Aksinin de olduğu olur, çok istediğim bir ürün vegan çıkınca dolaşmamın geri kalanında zıplayarak gezerim reyonları (for real). Onun dışında organik, sürdürülebilir metotlar ile üretilmiş her şey sevindiriyor. Bence benim gibi boş bir hayat sürüyorsanız, market gezinmek oldukça sakin, tatlı bir olay.
Dans sırasında kaskatı kesilen biriyim ve bu sebepten dolayı hiç mi hiç hoşlanmıyorum dans etmekten. Öte yandan neyi severim? Sabaha karşı saatlerde yaşanan sessizliği ve serinliği. Ne alaka olabilir, şöyle, sanki vücudum ben hissetmek istiyorum diyor. Hareket etmek istediğini iletiyor bana. Ben de açıyorum en güzelinden birkaç şarkı, karanlığın içinde sallanıyorum. Aslında bu guilty pleasure olmamalı, birileri o müziği yapıyor sonuçta ve elbette dinleniyor ki ben de buluyorum. Ama yine de kimsenin haberi olmuyor ben bunları yaparken, kendime saklıyorum ondan sayılıyor herhalde.
Geciktiriyor olduğum için özür dilerim ve beni de unutmayıp dahil ettiği için Eylül'e teşekkürler olsun!
Yemek Fotoğrafları
Sahip olduğum en büyük guilty pleasure! Artık yemek yemekten çok fotoğrafları incelemeyi tercih edebileceğimi düşünmeye başladım. Dolu dolu tabaklar, birlikteliğin kutlandığı sofralar, çiçekler ve tonlarca yeşilliğin arasında yapılan pikniklerde tüketilen yiyecekler her zaman bende değişik hisler uyandırmayı beceriyor. Yemek fotoğrafları demişken bu alanda anlatmış olayım. Kitapçıda dolanırken Ella Mills'in (önceden Ella Woodward, aka Deliciously Ella) Deliciously Ella, Every Day kitabını gördüm ve bu plant-based beslenen bünyem ilk görüşte aşk yaşadı. Henüüüz sadece yulaf ezmesi denemiş olsam da, rahatladığım saatler kitabı elime alır, malzemeleri, fotoğrafları tek tek incelerim! Bu da ayrı bir guilty pleasure sanki. Dediğim gibi, birlikteliğin sofralar aracılığıyla kutlanması çekiyor.
IMDb Watchlist
Markette Ürünleri İncelemek
Of, yaşıtlarım neler yapıyor, ben neler yapıyorum ağağağağğğ şimdi bir farkındalık vurdu da ahah çatlayacağım. Her türlü yiyecek bölümünü uzunca gezer, içindekiler kısmını dikkatlice okur ve tamamen bitkisel ürünlerle yapılabileceğini düşündüklerimde hayvansal ürünler bulunca içimde bir şeyleri ölümünü hissederim (for real). Aksinin de olduğu olur, çok istediğim bir ürün vegan çıkınca dolaşmamın geri kalanında zıplayarak gezerim reyonları (for real). Onun dışında organik, sürdürülebilir metotlar ile üretilmiş her şey sevindiriyor. Bence benim gibi boş bir hayat sürüyorsanız, market gezinmek oldukça sakin, tatlı bir olay.
Elektronik Müzik
Dans sırasında kaskatı kesilen biriyim ve bu sebepten dolayı hiç mi hiç hoşlanmıyorum dans etmekten. Öte yandan neyi severim? Sabaha karşı saatlerde yaşanan sessizliği ve serinliği. Ne alaka olabilir, şöyle, sanki vücudum ben hissetmek istiyorum diyor. Hareket etmek istediğini iletiyor bana. Ben de açıyorum en güzelinden birkaç şarkı, karanlığın içinde sallanıyorum. Aslında bu guilty pleasure olmamalı, birileri o müziği yapıyor sonuçta ve elbette dinleniyor ki ben de buluyorum. Ama yine de kimsenin haberi olmuyor ben bunları yaparken, kendime saklıyorum ondan sayılıyor herhalde.
Sanırım bu kadar!
Etiketleyebileceğim hangi isimler var bilmiyorum. Bu sıralar üzülerek söylüyorum ki çok azınızın yazdıklarını okudum, burada mısınız yoksa sizde mi kayıplara karıştınız fikrim yok. Siz yine de isterseniz yorumla anlatın, isterseniz kocaman bir yazı yazın ve okuyayım!
Çokça sevgiler.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)