30 Ağustos 2015 Pazar

Vibrating on the same frequency

"I no longer have the energy for meaningless friendships, forced interactions or unnecessary conversations. If we don’t vibrate on the same frequency there’s just no reason for us to waste our time. I’d rather have no one and wait for substance than to not feel someone and fake the funk. — Joquesse Eugenia"

danielodowd:

http://brianch82.vsco.co/

(yazı: berlin-artparasites)

29 Ağustos 2015 Cumartesi

Him.


Her filmini sevdiğimi şurada defalarca söylemişimdir. Konusu yeni ve biraz, azıcık bile olsa beni ilgilendiren bir şeydi. Anti-social olan biri olarak Theodore demek Zehra demekti. Samantha ise tanıştığım herkesti. Well, tamam herkes değildi. Filmin müzikleri güzeldi ve replikleri bağ kurabileceğim şeylerdi. 2013 filmlerinden izlenmesi gerekenlerden birisi işte.

Geçen aylarda mı ne fark ettim "Him" diye bir parodi trailer var. Gül gül öldüm, normalde olsa, Scarlett gibi seksi bir operating system'e sahip olmasa, hatta biraz da kaba olsa aynen böyle olurdu belki. Bir izleyin :)

* Keşke Her çekildi ya, Him falan da çekilse. Ama ciddilisi. O da izlenesi bir şeyler çıkabilir.


28 Ağustos 2015 Cuma

Yeni Bireysel Proje : Her Güne Yeni Bir Film

Merhaba! Tatilde sıkılıyorum, zira bu sene gap year yaptığımdan olsa gerek, amaçsızlık yeni amaç. Yoruldum bu sene, sıkılmak, hiçbir şey yapmamak benim en büyük hakkım. Peki, hiç mi bir şey yok? Ohoo, yeni projemi anlatmalıyım. Kitap okuyamıyorum yaz aylarında ama ona da en kısa zamanda el atacağım. Neyse, neyse. Şu olayı anlatayım artık.

Her güne daha önce hiç izlemediğim bir film. Gidebildiği yere kadar. Mesela, bugün The Counselor (filmi ve konusunu az çok biliyorum). Projenin asıl önemli yanı, bunları izleme kısmı bittiği andan buraya gelip yazmak, her yönüyle eleştirmek! Bir en az 15 günlük ideal izlenecek, sıkılmayacağımı düşündüğüm film listesi var kafamda. Tabi yazmış olduğum izlenecekler listeme dokunmuyorum henüz. Sinemalara Loin des hommes girecek, ben izleyeceğim, o öyle start alacak.

Amaç, nereye kadar yeniliğe dayanabildiğimi görmek, yazmaya çaba gösterip isteksizliği kırmak ve eh, evet bir yerde sohbetsizliğin acısını filmlerde bulmak. Liste uzun, aklıma her saniye yeni bir şey geliyor.

Hadi hayırlısı!

Edit: o kadar yavaş yüklendi ki film, sı kıl dım. gece yarısından sonra izleyebilirsem izlerim ama üşendim bile.

Edit 2: Ya da şöyle olabilir. İzlediğim eski filmleri tekrar izleyip yorumlamak istiyorum. Güzel olur. Bu şeye de kışın başlarım. Ama The Counselor'u vallahi bitireceğim bugün yarın, çünküüü o da bir Cormac McCarthy eseri ve ben Cormac'a bayılırım. Ayrıca lütfen, Javier Bardem var. Yine Cormac, yine Bardem.

Edit 3: Bu olay şuan askıda. Şu sıralarda izlemiş olduklarımı gözden geçiriyorum, kendi listemi yeniden oluşturuyor, yazın son demlerini başka şeylerle geçiriyorum.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Sabah Oluyor Playlisti

Bunu 03.26 gibi yazmaya başlayıp paylaşmayı düşündüm ama yorulup uyudum. Şimdi başlayayım. Bunlar gece belli bir saati geçtikten sonra en çok dinlediklerim. İsim isim yazdım, bunları spotify'da bulabilirsiniz. Kimisi eskiden beri dinlediklerim, kimisi ise yeni yeni dikkatimi çekenler. Playlistinizde bana da yer verin! İyi dinlemeler. Edit : Siz önerirseniz bir şeyler ben de dinlerim :)

Hurts- Lights
Bon Iver- Blindsided
Nick Cave & The Bad Seeds- Higgs Boson Blues
SOHN- Tremors
Mammút - Blóðberg
Mammút - Blood Burst (üsttekinin ingilizce-izlandaca karışıklısı)
Nick Cave & The Bad Seeds ve Kylie Minogue- Where The Wild Roses Grow
Florence + The Machine- Queen of Peace
Florence + The Machine- Never Let Me Go (MTV Unplugged 2012)
PJ Harvey- The River
Radiohead- Knives Out
The Breeders- Off You
Seafret- Atlantis
Oh Wonder- Technicolour Beat
Portugal. The Man- Modern Jesus
Radical Face- The Mute


mezzosoleil:

Photo by Bob Garlant. Tierra del Fuego

23 Ağustos 2015 Pazar

lotr izlerken en çok ağlayan, hatta tek ağlayan insan benim sanırım. yok anam. olmuyor böyle. gözlerim doldu yazarken.
ağağağğğğ

19 Ağustos 2015 Çarşamba

İzledim, Eleştirmeye Çalışıyorum : Gone Girl

En yakın arkadaşlarımdan Buse sayesinde ilk duydum bu filmi. Dikkat eksikliği, hafızamdaki eksiklikler sağolsun, ben bu filmi birde yanlış bile anlamışım. Oyuncularını da yanlış hatırlamışım. Digitürk sürekli reklamını yaptı, izleyeceğim be! triplerine girdim, ama izleyemedim. Gece sonlarına doğru izledim, sabah ilk kısımlarını. Şimdi başlıyorum anlatmaya.


Baştan vereyim, ekstra spoiler alert.

Başrollerinde Rosamund Pike güzelliğinin, Ben Affleck ağbimizin oynadığı film American psychological thriller türüne giriyor. 2012'de yazılmış, basılmış olan Gone Girl romanının sinema uyarlaması olur kendileri. Yönetmen David Fincher.

Soundtrack albümü Trent Reznor ve Atticus Ross'tan. Bir dinleyebilirsiniz spotify'da, ders çalışırken ya da sakinlik ararken iyi olabilir, nitekim öyle ahım şahım bir şey değil benim düşüncemde.

Yahu burada şimdi siz göremeyeceksiniz ama yarım saat film özeti yazmaya çalıştım. Yok olmuyor, yapamıyorum. O yüzden asıl bahsetmek istediğim konuya gelip, izleyenler için "yapılan hatalar" kısmını gözler önüne sermeye çalışıp, filmi güzel bulmuşlarsa, onlar için yok edeceğim nihahahah. (şaka öyle bi amacım yok)

Başlıyoruz.

"Amy Dunne returns covered with blood. After being at the hospital, and in the interview/questioning, she is still covered with blood. After being medically examined, she would have been washed clean, not just dressed over all the mess. But it gets worse; when returning to Nick in their house, she has a crisp hospital garment, but is still covered in blood! And it gets even worse; when they are in the shower, the blood on her body, which by now would have been at least a day old, would have been dried, caked and brownish color, but what she washes off is very fresh."

Bende fark ettim bunu ve sizlere alıntı yaparak bildiriyorum. Yılların doktor draması, polisiye draması izleyicisiyim. Yoh öyle bi dünya Eymiii.



"Some scenes were shot after Rosamund Pike had gained some weight, following the plot of the book correctly. However, they were edited together very badly, so that the extra pounds (most visible on her face) come and go several times during the montage showing what she did during the first two days of her "kidnapping." Pasty face with puffy cheeks, and sleek face with taut skin over jutting cheekbones switch back and forth in what amounts to a matter of hours in the film's plot."

Hem zaten ne ara verebilir o kadar kiloyu? 




"During the hospital interview with the detectives and police, Amy explains that she was kidnapped at the front door by Desi Collings. Neither lead detective Rhonda Boney nor any other cop enquires how massive amounts of her blood ended up on the kitchen floor, or how the living room was trashed."

Aha bu işte! Kimse "kadın, sen manyak mısın, imkanı yok, her bijiii senin gocanı gösteriyo." demiyor. Desi kapıdan kaçırıyorsa, mutfakta nasıl bu kadar kan buluyorlar. 




Gittiği, kaldığı moteldeki kimse mi tanımıyor bu kadını? Çok bir değişiklik yok yüzünde, baksan anlarsın. Kadın o kadar haber oluyor, gazetelere her bir şeye çıkıyor, bir Allahın kulu "Aaa bu Eymiii!" demiyor mu?




Desi'ye geri dönelim. Bu adamda kameralar var. Amy'nin eve ilk kendi rızasıyla geldiği dönemi göstermiyor mu? Hadi Amy sildi, bunu biz neden göremedik? Silmiş bile olsa, bir analist "LA BUNLAR NASSII BÖYLE SİLİNMİŞ" diyip şüphelenmiyor mu?




Amy ilk forensic araştırmalara göre kafasından kör bir obje ile yaralanıyor. Bu kadın hastahaneye kaldırıldığında tecavüze uğradığı belirtiliyor da, kafatasında bulunan (aslında bulunmayan) kocaman olması gereken yara neden kimsenin dikkatini çekmiyor? (bir ay sürede geçmeyecek bir şey olduğunu farz ediyorum, geçer derseniz bilemem)




Arkadaşlar, okuduk, yazdık sonra sinirlerim bozuldu. Bir filmde bu kadar teknik hata olması olanaksız. Filmi sonunda batırdılar zannediyordum, her bir yerinde batırmışlar. Kimisini fark ettim, kimisi bakınız ne kadar detaylı. Filmde oldukça çok sayıda zaman kaynaklı (sene, ay vesaire) hata var. David Fincher'e bu yönetmesinden ötürü yuh diyorum. İnsan biraz dikkat eder????

Geri kalanını, benim yazmadıklarımı okumak isterseniz IMDb Gone Girl "Goofs" sayfası.

Şimdi fark ettim, filmin IMDb puanı 8.2, yani dünyanın en iyi 250 filmi içerisinde, 156. sırada. Yahu, bu film o kadar hataya rağmen nasıl bu puanı alıyor? Hep Rosamund. Oscarlar'da baltalanmış diye duydum, az bile olmuş.

Bu arada yanlış anlamayın. Film izlenir. İzlerken efsane ilginizi çeker. Hiçbir şey bulamazsanız Rosamund'u izlersiniz. Vahşet seviyorsanız oh mis zaten. Filmi sevenler için mahvetmişsem GERÇEKTEN özür dilerim. Bana da çok sık yapıyorlar. Alışın evladım, her sevdiğiniz mükemmel olmayacak. Hayatınızdan bir kere geçirin dediklerimden biri oldu. İlk sevdim, sonuna geldiğimde hataları fark edip eksik plot'tan ötürü sinirlendim. Şimdi sizlere bunları belirttim. 


Bir sonraki filmde görüşürüz!


*Yazıda belirtilen plot hataları benim fikirlerime ekstra olaraktan NY Post, The Guardian ve IMDb web sayfalarından alıntılar içerir.*

15 Ağustos 2015 Cumartesi

mandalın izlenmesi gerekenler listesinin uzayışı efsane oldu! herkes yeni bir şeyler söyledi :) en kısa zamanda genişletmek lazım.

14 Ağustos 2015 Cuma

Gatherings 2

son zamanlarda başıma gelenleri gatherings başlığı altında yayınlamaya karar verdim. bu ikincisi oluyor.

üniversiteyi kazandım. ama gitmiyorum bu sene. seneye donduruyorum :) jeolojiyi kazandım tabi, zaten ilk seçeneğim. mutluyum. biraz daha yaşadığım yerde özgürlüğü tadabilir, ehliyet alabilir, gezebilir (yurtiçi ve dışı), organik tarım hayalimi büyük alanımızda gerçekleştirebilir, jeoloji bilgimi geliştirebilir, haritalama tekniği öğrenebilirim. ben sınavlarımı tam anlamıyla 1 ağustosta bitirdim. sizce ben 28 eylülde hazır mıydım okula gitmeye? içim umutsuzluklarla doluydu, kafam doluydu her şey üst üsteydi. üzülmüyor değilim, şimdi arkadaşlarım gidecek ben öyle kalacağım falan diye ama hep dediğim bir şey var, bir sene kaybedeceksem bundan 90 yaşında değil 91de ölmeye bakarım.

deli gibi lotr izliyorum. her gün. hep orta dünyanın gerçek olmayışına üzülüyorum çünkü kendimi aşırı kaptırıyorum olaya. mesela nerede yaşayacağım, nereyi gezeceğim hatta nerede çalışacağımı bile belirlemişim kafamda orada. moria'da jeoloji departmanının başı olaydım, fena mı olurdu a dostlar?

kendi izlemek istediklerimi 5 film olarak belirtmiştim, ama daha varmış. bir ara ya eklerim, ya da yeni yazı olarak belirtirim. ayrıca herkesin hayatından bir kere geçmesi gereken filmleride yazmayı düşünüyorum, tabi benim zevkime göre. isteyen bu konuda yorumunu belirtebilir. bana öneri verebilir. geçen gece yine the graduate izledim, yine sonunu kavrayamadım. ya aslında anlıyor gibiyim ama emin de olamadım.

her şey kader, kısmet.

görüşürüz!


13 Ağustos 2015 Perşembe

Unfaithful

Olivier Martinez'i severim. (Girişe bak hele)
Bir gün kendisi hakkında tumblr'da resim bakınırken, Unfaithful'la ilgili çok güzel bir şeye denk geldim :

Ben SPOILER ALERT'imi vereyim de sonra pişman olmayım.

Embedded image permalink

O an öyleydi. Bunu gördüğüm an aşıktım (halen daha aşık olabilirim, kim bilir), ve gerçekten beynimin içinde hissettiğim birisi vardı, her gece rüyamda görmekten hiç bunalmıyordum, uyanmak istemiyordum. Öyle shitler işte.

Dedim, Zehra, bir izle kızım. Denk geldim film kanallarında izledim. LAN Olivier Martinez'e gıcık kaptım. Sen nasssı bir karaktersin Paul Martel dedim, öldüm dirildim, öldüm dirildim. Richard Gere'nin karaktere baya üzülmeden de edemedim. Ha birde, herkesin hayatında bir Paul Martel vardır dedim. Herkesin aklını çelen bir genç yahuşuhlu vardır bence. İstersen fiziksel yakınlaşırsın, istersen benim gibi social anxiety yaşayan biri olarak acayip şekilde birlikte olursun.

Film ne bileyim, benim için herkesin hayatından bir kere geçsin diyeceklerimden. Şimdi beni düşündürmüyor değil, kendimi Richard ağğbimin karakterinin yerine koydum. Affeder misin eşini dedim, düşününce kadının aklını çelmiş, onun suçu yok, salaklık etmiş falan, bende affederim gibime geliyor. Ki normal şartlarda NEVEEEERR. Ay düşündüm neden kabul edeyim şimdi yine, ikileme düştüm.

Filmin sonu beni vuruyor. Anlayabilmiş değilim. Alnımın ortasından çat diyor. Işık bir kırmızı, bir yeşil yanıyor, sabah oluyor, filme aşık oluyorum.

küçücük not : ya bana da richard gere'nin karakterinden verin. böyle kar küresinin içine saklasın bir şeyler. ki ben salağım, asla bulamam. ossunn, hayali güzel. 

daha küçücük not : sen önce bana beyaz lalemi ver aşık olduğum.

Yahu unuttum dfghfds

inatla spoiler alerte rağmen izlemeyip, bu yazıyı okumuşsanız, imdb linki.

9 Ağustos 2015 Pazar

A River Runs Through It









Eventually, all things merge into one, and a river runs through it. The river was cut by the world’s great flood and runs over rocks from the basement of time. On some of the rocks are timeless raindrops. Under the rocks are the words, and some of the words are theirs.
I am haunted by waters.
Norman Maclean, A River Runs Through It
(Photo credit : Alex Sattler.)

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Zea'nın İzlenmesi Gerekenler Listesi

1- Jauja

midmarauder:

Lisandro Alonso’s JAUJA 

Filme Viggo Mortensen ile ilgili bir şeyler izlerken youtube'da denk gelmiştim. Çok tatlı bir fragmanı var. Her karesi resim gibi adeta. Danimarkaca ve İspanyolca konuşulan bir film. Filmin açıklamasını size IMDb'den alıntı yapacak olursam : "A father and daughter journey from Denmark to an unknown desert that exists in a realm beyond the confines of civilization."

Fragmanın müziği de çok güzel ayrıca. Dinlemek isteyenler için : Buckethead - Sunrise

2- Loin des Hommes


Yine filmin açıklamasını alıntılayacak olursam "Algeria, 1954. Two very different men thrown together by a world in turmoil are forced to flee across the Atlas mountains. Daru, the reclusive teacher, has to escort Mohamed, a villager accused of murder.".

Yine bir Viggo filmi, zaten adamın hayranıyım. Ayrıca filmin müzikleri bilin bakalım kimden? Nick Cave! (ve Warren Ellis)

Edit : Başka Sinema Loin des Hommes'un ön gösterimini bu çarşamba (12 ağustos) yapıyor. İstanbul'da bulunanlar yada oraya yolculuk planı yapanların dikkatine. 

Edit 2 : Loin des Hommes bugün itibariyle (21 Ağustos) sinemalarda! Kaçırmayın.


3- The Road



Üçüncü filmim, yine Viggo'dan. Siz bile sıkıldınız. Vallahi tesadüf! Hemen açıklama gelsin "In a dangerous post-apocalyptic world, an ailing father defends his son as they slowly travel to the sea.". Bu filmi seçmemi sağlayan şey, kitabı oldu. En sevdiğim üç yazardan biri Cormac McCarthy. Yazış stilinin hastasıyım. Kitabını en son İstanbul'a gittiğimde aldım. Okuduktan sonra birde ben yorumlayacağım.

4- Jimmy P.



Hemmennn açıklaması : "A troubled Native American veteran forms an extraordinary friendship with his maverick French psychoanalyst as they try to find a cure to his suffering." Gerçek hikayeymiş. Başrollerinde Benicio Del Toro ve Mathieu Amalric (<3) var.



Yine bir Cormac McCarthy kitabından uyarlanmış bir film ile listemi bu seferlik sonlandırıyorum. "A dispossessed, violent man's life is a disastrous attempt to exist outside the social order. Successively deprived of parents and homes and with few other ties, Ballard descends to the level of a cave dweller as he falls deeper into crime and degradation."
M is for Murder Me

The Edge

Merhaba! Şimdi artık takip ettiğim 'aktif' çok blogger olmadığından, açığı kapatayım diye ben yazıyorum. Burayı hep defalarca kapatır oldum, eskileri siler oldum ama burası beni yansıtmaya devam etti. Sevdiğim bir söz var "I always go back to me". İşte blogum için böyle düşünüyorum. Anlık şeyler buradakiler. Hüznüm, sevincim, anılarım. Yani kısacası, hey bir yere gitmedim buradayım dayanıyorum. 

*

Film eleştirisinden anlamam. Daha önce burada sürekli denedim, tanık olanınız mutlaka vardır. O yüzden yine bir tanesine başlıyor ve sizi bıktırıyorum.


The Edge 1997'de çekilmiş bir Amerikan survival filmi. Başrollerinde Anthony Hopkins ve Alec Baldwin gibi sevdiğim iki oyuncu. Şimdi bakmak isteyenler asıl konusuna, fragmanına, yukarıda link paylaştım. Çekimini sevdim, konu mehh (yine işin içinde bir kadın) ama Anthony Hopkins iyidir iyi.

Siz eskiden izlediyseniz beni yargılamayın niye yazdın diye. Bende küçükken izlemiştim, hafızama yerleşmiş işte seviyorum. Moviemax Action kanalındaydı bu gece.

7 Ağustos 2015 Cuma

in a different reality where massive dynamic exists

bir tweetimde ya da bir yazıda süper gücüm olduğunu, bunun da geçmişe bakabilmek olduğunu söylemiştim ve ciddiydim. dışarı bakarken birden resimler belirivermişti, eklemeler, vesaire. işte o kadar kafam gidip geliyor yani.

gözümü devirmeye korkuyorum çünkü her şey kararıyor. başka bir gerçekliğe geçip orada kalmak istemiyorum. belki her şey güzeldir orada. massive dynamic vardır ama yok oluşumuz yoktur. william bell vardır ama walter bishop yoktur.

3-4am arası bir film açtım (tavsiye üzerine)(önceki haftadan falan) çok ilginç geldi, güzeldi, sonunda farklı bir konuydu. hepsini izleyemedim çünkü 'zehra artık uyuman lazım' diyen kötü tarafım ortaya çıkmıştı, eğlenceli olmayan bir zehra. bu gece devam ederim inşallah.

oh bugün prem league başlıyor. sooonuuunddaa. kesintisiz chelsea. beni kaybedebiliriz. ciddiyim. ne olursa olsun kalbim yerinden çıkacak gibi oluyor. o.0o.0

kitap okumaya dönmeye çalışıyorum. cormac kitabımı aldığımı söylemiştim. aslında fareler ve insanlar'ı, morrissey'nin otobiyografisini ve birkaç kitabı daha bitirebilirsem rahat okurum. nedense bir şeyleri yarım bırakınca içim rahat etmiyor. evdeki çoğu kitabımı vermeyi düşünüyorum. içeriği yüzünden bağışlamayı düşünmediğim, içine not tuttuğum var, onlara cici sahipler arıyorum. isteyeniniz olursa diye bir ara belki listesini paylaşırım?

defter tutmaktan tiksindiğimi, çünkü kalemle yazmayı sevmediğimi söyledim mi daha önce. söylemediysem söylemiş oldum. neyse işte, sırf kalıcı olsun, yanıma alabileyim diye bir moleskine deftere destinasyon notlarımı tutuyorum. yani tutmaya başlayacağım deyim daha doğru olsun çünkü ancak 2-3 satır yazabildim. şuraya internet alınca postalarım diye (bloga yani) defter tutmuşluğum var, hepsi yarım! çünkü o noktaya gelinceye dek sıkılıyorum.

bir ara şu jeoloji ve üniversite işini de yazmayı planlıyorum burada. akrabalarım, arkadaşlarım ammaaa soruyorlar. kızamıyorsun da. annem 'üzül bence!' deyince geçen gece moralim kaçmaya başlamadı değil, her şeyden çok arkadaşlarımı çok özlemekten korkuyorum (kaç tane arkadaşım varsa artık dsfghfdsa). jeolojiye laf ettirmem, üniversite seçimim, veririm ya da vermem gap year fikri de benim. o değil de... neyse. özel fikir, bana kalsın, ya olursa ? ^^ aslında bunlardan da bahsedebilirim belki. hıımz

şuan bunu dinliyorum diye size de bırakıp gidiyorum, hoşunuza gider gitmez size kalmış
nick cave & the bad seeds- higgs boson blues live from kcrw

çar pış ma

kız oğlanın varlığını hissettiği bir yere çekinerek girer. yukarıya inatla bakar ama sanki görmemektedir. oturur ve sohbete dalar. o sırada görür onu. yarım saattir baktığı kişidir oğlan. birbirlerine bakmazlar. kız gitmek için ayaklanır. çarpışmazlar. aşık olmazlar. zaten çarpışsalar dahi, aşık olacakları ne malum?

a glass of bullshit please

klima soğuğu sağolsun, en kalitelisinden kabus gördüm dün gece. yok yok, öyle korku filmlik değil. en büyük korkum bana değer vermeyen insanların yanında hala durmak, çünkü bilmemek. işte bunu öğreniyormuşum ve kafayı yemişim, yahu insan söylemez mi, sene harcadım ben, seeeneee! diye bağırıyorum ortalıkta. üzüldüm baya.

sonra kalktım, meğersem gerçek olmuş o. aynı kişi, benzer olay. bir bardak bullshit alayım.

edit - maybe not

minimalist parça

adam kıza her gece başka bir hikaye anlattı. sevmediği konularda dahi güldürdü. ona her gece farklı bir şeyler öğretti. bilgisiyle aldı sarmaladı onu. sonra vakti gelince terk etti. hafızasında en büyük yeri adama ayıran kız, müzik dinlerken bile onun öğrettiği bilgileri hatırladı ve onun üşüdüğünde kendisine kızdığını zamanları kafasında tekrar kurup kurup oynattı.

küçük kurgu. nothing real here.

4 Ağustos 2015 Salı

**

mandal kız

her şeyi bir kenara atıp yazıyorum bu saçmalığı. hayatımda ilk defa açık ve seçik bir şekilde bana dış kapının dış mandalı (doğru mu dedim?) gibi davranılıyor. bu ne lan? ben naptım? sıkıldım be! böyle saçmalıklar için büyümedin mi? büyümemişsin belli. tam bir... (yazar burada küfretti)

mandal mıyım lan ben?!!!!!!!!!!!

cidden sinirlendim ama açıklaması da yok. ne bileyim. iğrenç bir hismiş.

3 Ağustos 2015 Pazartesi

eternal sunsets

merhaba. artık sürekli ortalıktayım.

yenilikler neler, hımm, sınavlarım tamamen bitti, 1 ağustosta resmen tatile girdim. elimi ezdim bir şekilde. ölüyorum ağrısından. doktora gitmedim. öyle. yeni şarkılar dinliyorum, filmler keşfetmeye çalışıyorum. hayatım inşallah güzel olur.

seafret'ten atlantis parçası benden size.

uçakta radyoyu dinlerken bir parça duydum, hemen sözlerini ielts kitabına yazdım. şimdi ben gideyim de şarkıyı bulayım. adios!