Anlatacağım, çok zaman da geleceğim demiştim. Geldim geldim!
Pazar günü ne yapılır? Güzel müzik dinlenir, izleme listesinden filmler silinir, kitap okunur, yemekler yapılır. Planım bu en azından. Bahçeye çıkarım belki. Aaa evet evet, bahçeye çıkarım. Dün eve yorgun argın gelince uzun yoldan yığılıp yatmış, güzelim gün batımını da kaçırmıştım.
Son zamanlarda diziler, filmler, kitaplar ve internette sohbet mohbet derken çok yüklenmiş olacağım ki gözlerim dehşet ölçüde yanıyor, sanki iğneler batıyor. Zaten az biraz çökmüş olan göz çevrem, iyiceden morarmış. Neyse neyse, her rengini severim kendimin.
Şimdi o izlediklerim, okuduklarım, dinlediklerim nelerdi diye size toparlamaya çalışıyorum kafamda. Bunları anlatmayı seviyorum. Her ne kadar konu anlatmaktan hoşlanmasam da, ya bence bunlar hayatınızdan geçmeli dediğim şeyleri söylemeliyim sanırsam.
"We're gonna get you, we're gonna get you
Not another peep, time to go to sleep"
Cormac McCarthy'nin Yol'unu okuyacağımı söylemiştim uzun zaman evvel. Okuma tempom oldukça düşünce, aylar geçiyordu ben sadece birkaç sayfa ilerleyebiliyordum. İhtiyarlara Yer Yok ile beni benden alan, tek kitabıyla en sevdiğim yazar diye etiketlediğim Cormac'ın nasıl olurdu da elimde olan diğer bir kitabını okuyamazdım? Kendime kızdım, kendimle iddialaştım ve öeeh be bitireceğim seni deyip saatler içinde silip süpürdüm.
Anlatımını seviyorum. Detayları. Süslemeden anlatmasını. Tekrarlamasını, beni tekrar tekrar tekrar vurmasını. Sondan kaçış olmayışını seviyorum. Kafana koyduğun sonsuza kadar orada mı kalır?
Yol ile ilgili güzel olan bir diğer şey şuydu: sinemaya uyarlanmıştı. En sevdiğim yazarın kitabı uyarlanmış, en sevdiğim aktör olan Viggo Mortensen başrol oynamış, en sevdiğim müzisyen Nick Cave filmin müziklerini yapmıştı Warren Ellis ile birlikte. Hayattaki şansımı sorsanız bu derim.
Böylelikle Yol'u okumayı bitirdiğim gibi filmi aklımın köşesine koydum. İstanbul'a gidince de bir gece izledim. Sindirerek okumuş olduğum için filmin her detayını hakkımla eleştirebilirdim. Film kitaba göre daha kesip biçilmişti, sevdiğim birkaç detay gitmişti mesela. Tabi kitabı okumayanın fark etmeyeceği şeylerdi bunlar. Film yine çok güzel gelecekti. Bana da öyle geldi. Ağladım da, ah zaten bir kere ağlamadan film izleyebilsem şaşarım.
Kendimle iddialaştığım o meşhur gün Camus'nun Yabancı'sı da hemencecik bitirilmişti. Artık uyumalıyım diye düşünmesem sabah beş gibi bitecekti ama uyudum, uyandım, öğlen bir gibi bitti. Camus okuma hevesim de ilginç bir gelişmeydi. Loin Des Hommes'un Konuk adlı Albert Camus kısa öyküsünden uyarlandığını biliyordum. Filme aşık olunca kendisine bir filmin her ufak detayını bilmeyi görev bilen ben, o öyküyü de okuyacaktım elbet. Kitapçıya gidince Konuk ile Yabancı -ki Konuk, Sürgün ve Krallık kitabının içinde bu arada- kafamda karıştı ve ben Yabancı'yı satın aldım.
Konu anlatmayacağımı söylediğim için (beceremediğimden mi, yoksa herkes bir şeyleri bilmeden mi yaşasın diye inandığımdan mı bilemiyorum) Yabancı'yı da sizlere çok beğendiğimi, hatta üzerine fazlasıyla düşündüğümü söyleyerek geçiyorum. Onun da aklımda kalan ufak ama önemli bir detayı var. Okumuşsunuzdur kitabı büyük ihtimal, bilemedim şimdi popülaritesini.
Orhan Pamuk'un Kırmızı Saçlı Kadın'ına geçtim en en son. İki gün evvel mi bitirdim? Olabilir, hatırlamıyorum. İstanbul'da bir hızla başladım okumaya, zaten çıktıktan iki gün sonra mı aldım, onu da bilmiyorum, neyse. Uçağı beklerken de okudum yanımdaki adam sürekli kitaba bakarken. Dönüm noktasında kitaba mı triplendim, bıraktım okumayı. Kitaba triplendi. Geçenlerde tekrar başlayıp, bir iki saat içinde bitirdim. Halen daha hızlı okuyabildiğim için sevindim. Bilemiyorum (ne kadar çok bilmiyorum/bilemiyorum diyorum), kitap hakkında kafamdaki yorumlar fazlasıyla karışık. Okuyun, konuşalım?
Bir yandan matematik ile ilgili bir kitap okuyorum. Böyle yan kitap gibi düşünün. Rahatlatıcı bir şey.
Eheh, okumalı (çok az izlemeli) olanlar bunlardı.
Şimdi izlediklerimi düşüneyim.
Before We Go, Inglourious Basterds, The Hateful Eight, ARGO, The Road (Yol işte yukarıda anlattım ama yine de olsun listede), The Assassination of Jesse James By The Coward Robert Ford, Un beau dimanche, Avengers: Age of Ultron (kardeşim hastası bunların), Lucy, Jauja, Everest, The Martian, Midnight in Paris. Dizi olarak ise The Wire (henüz ilk bölümü izleyebildim), Halt and Catch Fire (aşkım Lee Pace).
Anlatayım derken yoruldum. Önüme ne çıktıysa izledim, sonuna kadar da sindirdim emin olunuz. Kafamdaki listede yabancı yapımlar, klasikler, kitaplardan/ gerçek olaylardan uyarlananlar, en sevdiklerim, en sevmediklerim derken çok şey birikti. Şansıma boş insanım bu gap year sağolsun da tek derdim kullandığım cihazların şarj durumu oluyor.
Ah ayrıca, önceden izlediğim birkaç yapımı da tekrar izledim bu sıralar. İnsan hayran olduğu bir şeyi uzun zaman sonra izleyince çarpılmış gibi olmuyor mu?:)
Başka zaman şu izlediklerimi konuşalım.
"What if but all you get is wine, beautiful wine?"
Dinlediklerime geçiyorum.
Feu! Chatterton'a vuruldum sanırsam dostlar. A l'aube ve La Malinche benden sizlere gelsin. İlk üç ay değişime başlamış olacağım ki film müzikleri hariç Nick Cave azıcık dinledim. Nordik sanatçılara aşık oldum, bunların nüfusu ne kadar da bu kadar müzisyen çıkıyor diye İzlanda'ya bir defa daha aşık oldum -artık çok az dil yapısı/ alfabe derken ayırt edebiliyorum kuzeylileri oley-. Düşündüm de, bakın en son dinlediklerimi ben playlistleştirip size paylaşayım. O da gitsin bir kenara :)
Yine çok yazmışım, ertelemişim bazılarını. Karışık, karmaşık olmuş ama bu da benim sevdiğimmiş. Geri döneceğim nasıl olsa. Yazının süsleme kısmına geçiyorum, sonra pencereleri açacağım, odayı toparlayacağım veee oh misler gibi bahçeye çıkacağım. Görüşürüz!
Colleen- Geometría del Universo (tam pazar şarkısı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder