12 Haziran 2018 Salı

Zırdeli Veganlar


   Eskiden veganları bırak vejetaryenler benim için zırdeli insanlardı. Nasıl olurdu da bir insan Cumartesi akşamı kuyrukyağı bol şiş kebap yemezdi, nasıl kfc tarzı tavuk yemezdi? Çok şey kaçırıyordu bu insanlar. Duygusaldılar, gereksiz duygu sömürüsü yapıyorlardı ve her şeyden önemlisi düşüncelerini bizlere dayatıyorlardı. Sonra bir ton belgesel izleyip, araştırmalar, beslenme kitabı vesaire okuyunca ben de bu zırdelilerden oldum. Zırdeli olunca da yine bazı veganlar zırdeliydi benim için. Mesela yanlarında hayvansal ürün tükettirmeyen, plastik paketlerdeki hayvan parçalarını görünce gözyaşlarına boğulan, pişirilen hayvan kokusundan midesi bulanan veganlar hep çılgındılar. Sonuçta bu kendimizin aldığı bir karar değil miydi? Hayvanları sofralarımızdan, giyimimizden çıkartmayı biz kendimiz kararlaştırmamış mıydık? Bu veganlar karşılarındakini de veganlıktan soğutmuyorlar mıydı? Aylar geçince anladım, ben de delilerdenmişim. Bir yaz akşamı ben yine sebzelerimi sömürüsüz hayatımın getirisi olan mutlulukla yemeğe hazırlanırken sofraya büyük bir tepsi fırınlanmış çipura balıklarından getirildi. Babamın veya annemin beni azarladığı zamanlar haricinde belki de ilk defa yemeği kimseyle göz kontağı kurmadan, masada ne var ne yok bakmadan yedim. Tabağımın kenarındaki desenleri incelemekten yorulmuştum. Belki de biraz üzülmüş, hayal kırıklığına uğramıştım. Bizimkiler de anlamışlardı, babam “Neden yemediğini biliyorum! Balıklar, değil mi?” diye sorunca bir şey demek istemedim. Deliliğe mana getiremedim bir süre. Bencilce miydi bu? Insanları yedikleri “yemeklerden” de mi alıkoyuyordum artık?

   Değişmişim. Hayvanları yiyecek, giyecek, sömürülecek objeler olarak görmekten çıkarmıştım. Belki de bunu ilk defa o gün anladım. Aylarca veganım diye geçindikten sonra ilk defa o akşam vegan oldum ben. Veganlık bitkisel sütler değildi, tofu, blender kullanmayı öğrettiren smoothieler hiç değildi. Veganlık hayvanların yaşam haklarına saygı göstermekti. Soframdaki balığın en az, eğer benden fazla değilse tabii, yaşamaya hakkı olduğuydu. Şimdi arası ince halkalar şeklinde dilimlenmiş soğanla, sarmısaklarla, pulbiber, kekik ve biberiye ile “süslenmiş” bu canlı bir zamanlar denizde özgürce dolaşan bir canlıydı. Onu ortamından koparan balıkçı kadar, marketten satın alan ve önümüze yerleştiren ailem de suçluydu. Bu düşünceyi destekliyorlardı.

   Niye bu kadar sinirlendim ki peki? Onu da yatağımda uzanırken anladım. Veganlıktan bihaber kişilere kızmıyordum, bunu nasıl yapabilirdim zaten, aylar evvelinde belki de ben de şu yukarıdaki düşüncelere sahip değildim. Benimle o Çatalköy’deki evimizde 20 senedir beraber yaşayan, son ayları ise her gün veganlık nedir ve ne değildir diye konuşan, yapıcı bir şekilde tartışan aileme kızgındım. Bile bile türlü türlü sebzeler, meyveler ile donatılmış masamıza ölü hayvanlar getirmelerine kızgındım.

   Aradan kısa zaman geçti ve ben üniversiteye başladım. Başlarken aklımdaki ilk düşünceler eğitimime yönelik değil, veganlığıma yönelikti. Nasıl beslenecektim? Veganlığıma saygı duyulacak mıydı? Hiçbir kimsenin vegan olmasına yardımcı olabilecek miydim? Benim gibi düşüncelere sahip arkadaşlar edinebilecek miydim?

   Çok dalga geçildi. Hiç anlaşılmadı. Herkes en az bir defa “bir kerecik yesen bir şey olmaz” diyerek hayvansal içerikli bir şeyler uzattı.

   Tek başıma yemek yedim çünkü yediklerim “yemekten” sayılmadı. Proteini nasıl alıyordum, yediklerim yetmiş miydi şimdi, (önlerindeki hayvansal içerikli yemekleri göstererek) bu yenmezmiş miydi şimdi?

   Aylarca muhabbet ettiğim, bir evi paylaştığım, belki arkadaşlık belki romantik hislerimi paylaştığım insanlar gelip geçti, hepsine en baştan hayvan haklarını anlattım. Ya kimse peynirden, sütten, yoğurttan, biftekten, insert herhangi bir hayvan parçası/ hayvanın salgısı) vazgeçmek istemedi ya da onlar da vej/ vegan olacaktı hazırlık sürecindeydiler. Canım Melisa’cığım hariç kimsecikler vejetaryen olmadı, kimse hayvanların yaşam haklarına bir öğünlük damak zevkine verdiği değeri vermedi. Hayvanlar özgürlüğü değil, sofralarında fetişize edilmeyi hak ediyorlarmış sanırsam.

   Ben yine kızdım. Hemen vegan/ vej olmadıkları için değil, aylarca bu bilgileri edinip hayatlarına sokamadıkları için kızdım. Her ideolojiyi sömürebilme yeteneklerine, hayvan hakları felsefesine mesafeli oluşlarına kızdım. “Ah çok mantıklı, ben de artık vegan/ vej olacağım!” deyip de olmayanlara kızdım.

   Göreceli olarak fakir bir vegan olarak bunun lüks sayılmasına kızdım. Insanlara bunu dikte ediyor olduğum ithamına kızdım.
   
   Kimse kimseye “çocuk istismarı bir tercihtir, kimseyi senin gibi olmaya zorlayamazsın isteyen istismar eder isteyen etmez” demiyor. Yine kimse kimseye “faytonlar çok iyi ya, kimseyi fayton zevkinden edemezsin” demiyor.

Türcüyüz.

Neden?

   Artık zırdeli bir veganım. Iki yıldan fazla süredir veganlığı anlattığım kişilerin yanımda hayvan ölüsü yerken zevkten inlemesini, kimsenin yanımda hayvan yemesini istemiyorum. Sömürüye, cinayete, istismara saygım yok. Sizlere de saygı borcum yok.

*he bir de şey, aklıma geldi. Bir zamanlar Muharrem İnce eril dil kullanınca haklı bir şekilde eleştirilmişti ama bunu mantıksız bulanlar vardı. Twitter’da biri yazmış ki “bunu eleştirmek gezi ihtiyaç listesine vegan pide yazmak gibi bir şey”. Aynı anda birden fazla şeyi savunabiliyorsunuz. Hayvan hakları diğer savaşlarımızdan daha önemsiz değil.

Saygılar ve sevgiler artık bu yazımı nerede yayınlayacaksam ve bunu kimler okuyacaksa.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder