Eskiden veganları bırak vejetaryenler benim için zırdeli
insanlardı. Nasıl olurdu da bir insan Cumartesi akşamı kuyrukyağı bol şiş kebap
yemezdi, nasıl kfc tarzı tavuk yemezdi? Çok şey kaçırıyordu bu insanlar. Duygusaldılar,
gereksiz duygu sömürüsü yapıyorlardı ve her şeyden önemlisi düşüncelerini
bizlere dayatıyorlardı. Sonra bir ton belgesel izleyip, araştırmalar, beslenme
kitabı vesaire okuyunca ben de bu zırdelilerden oldum. Zırdeli olunca da yine
bazı veganlar zırdeliydi benim için. Mesela yanlarında hayvansal ürün
tükettirmeyen, plastik paketlerdeki hayvan parçalarını görünce gözyaşlarına
boğulan, pişirilen hayvan kokusundan midesi bulanan veganlar hep çılgındılar. Sonuçta
bu kendimizin aldığı bir karar değil miydi? Hayvanları sofralarımızdan,
giyimimizden çıkartmayı biz kendimiz kararlaştırmamış mıydık? Bu veganlar
karşılarındakini de veganlıktan soğutmuyorlar mıydı? Aylar geçince anladım, ben
de delilerdenmişim. Bir yaz akşamı ben yine sebzelerimi sömürüsüz hayatımın
getirisi olan mutlulukla yemeğe hazırlanırken sofraya büyük bir tepsi
fırınlanmış çipura balıklarından getirildi. Babamın veya annemin beni
azarladığı zamanlar haricinde belki de ilk defa yemeği kimseyle göz kontağı
kurmadan, masada ne var ne yok bakmadan yedim. Tabağımın kenarındaki desenleri
incelemekten yorulmuştum. Belki de biraz üzülmüş, hayal kırıklığına uğramıştım.
Bizimkiler de anlamışlardı, babam “Neden yemediğini biliyorum! Balıklar, değil
mi?” diye sorunca bir şey demek istemedim. Deliliğe mana getiremedim bir süre. Bencilce
miydi bu? Insanları yedikleri “yemeklerden” de mi alıkoyuyordum artık?
Değişmişim. Hayvanları yiyecek, giyecek, sömürülecek objeler
olarak görmekten çıkarmıştım. Belki de bunu ilk defa o gün anladım. Aylarca veganım
diye geçindikten sonra ilk defa o akşam vegan
oldum ben. Veganlık bitkisel sütler değildi, tofu, blender kullanmayı
öğrettiren smoothieler hiç değildi. Veganlık hayvanların yaşam haklarına saygı
göstermekti. Soframdaki balığın en az, eğer benden fazla değilse tabii,
yaşamaya hakkı olduğuydu. Şimdi arası ince halkalar şeklinde dilimlenmiş
soğanla, sarmısaklarla, pulbiber, kekik ve biberiye ile “süslenmiş” bu canlı
bir zamanlar denizde özgürce dolaşan bir canlıydı. Onu ortamından koparan balıkçı kadar, marketten satın alan ve
önümüze yerleştiren ailem de suçluydu. Bu düşünceyi destekliyorlardı.
Niye bu kadar sinirlendim ki peki? Onu da yatağımda
uzanırken anladım. Veganlıktan bihaber kişilere kızmıyordum, bunu nasıl
yapabilirdim zaten, aylar evvelinde belki de ben de şu yukarıdaki düşüncelere
sahip değildim. Benimle o Çatalköy’deki evimizde 20 senedir beraber yaşayan,
son ayları ise her gün veganlık nedir ve ne değildir diye konuşan, yapıcı bir
şekilde tartışan aileme kızgındım. Bile bile türlü türlü sebzeler, meyveler ile
donatılmış masamıza ölü hayvanlar getirmelerine kızgındım.
Aradan kısa zaman geçti ve ben üniversiteye başladım. Başlarken
aklımdaki ilk düşünceler eğitimime yönelik değil, veganlığıma yönelikti. Nasıl beslenecektim?
Veganlığıma saygı duyulacak mıydı? Hiçbir kimsenin vegan olmasına yardımcı
olabilecek miydim? Benim gibi düşüncelere sahip arkadaşlar edinebilecek miydim?
Çok dalga geçildi. Hiç anlaşılmadı. Herkes en az bir defa “bir
kerecik yesen bir şey olmaz” diyerek hayvansal içerikli bir şeyler uzattı.
Tek başıma yemek yedim çünkü yediklerim “yemekten” sayılmadı.
Proteini nasıl alıyordum, yediklerim yetmiş miydi şimdi, (önlerindeki hayvansal
içerikli yemekleri göstererek) bu yenmezmiş miydi şimdi?
Aylarca muhabbet ettiğim, bir evi paylaştığım, belki
arkadaşlık belki romantik hislerimi paylaştığım insanlar gelip geçti, hepsine
en baştan hayvan haklarını anlattım. Ya kimse peynirden, sütten, yoğurttan,
biftekten, insert herhangi bir hayvan parçası/ hayvanın salgısı) vazgeçmek
istemedi ya da onlar da vej/ vegan olacaktı hazırlık sürecindeydiler. Canım Melisa’cığım
hariç kimsecikler vejetaryen olmadı, kimse hayvanların yaşam haklarına bir
öğünlük damak zevkine verdiği değeri vermedi. Hayvanlar özgürlüğü değil,
sofralarında fetişize edilmeyi hak ediyorlarmış sanırsam.
Ben yine kızdım. Hemen vegan/ vej olmadıkları için değil,
aylarca bu bilgileri edinip hayatlarına sokamadıkları için kızdım. Her ideolojiyi
sömürebilme yeteneklerine, hayvan hakları felsefesine mesafeli oluşlarına
kızdım. “Ah çok mantıklı, ben de artık vegan/ vej olacağım!” deyip de
olmayanlara kızdım.
Göreceli olarak fakir bir vegan olarak bunun lüks
sayılmasına kızdım. Insanlara bunu dikte ediyor olduğum ithamına kızdım.
Kimse kimseye “çocuk istismarı bir tercihtir, kimseyi senin
gibi olmaya zorlayamazsın isteyen istismar eder isteyen etmez” demiyor. Yine
kimse kimseye “faytonlar çok iyi ya, kimseyi fayton zevkinden edemezsin”
demiyor.
Türcüyüz.
Neden?
Artık zırdeli bir veganım. Iki yıldan fazla süredir
veganlığı anlattığım kişilerin yanımda hayvan ölüsü yerken zevkten inlemesini,
kimsenin yanımda hayvan yemesini istemiyorum. Sömürüye, cinayete, istismara
saygım yok. Sizlere de saygı borcum yok.
*he bir de şey, aklıma geldi. Bir zamanlar Muharrem İnce
eril dil kullanınca haklı bir şekilde eleştirilmişti ama bunu mantıksız
bulanlar vardı. Twitter’da biri yazmış ki “bunu eleştirmek gezi ihtiyaç
listesine vegan pide yazmak gibi bir şey”. Aynı anda birden fazla şeyi
savunabiliyorsunuz. Hayvan hakları diğer savaşlarımızdan daha önemsiz değil.
Saygılar ve sevgiler artık bu yazımı nerede yayınlayacaksam
ve bunu kimler okuyacaksa.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder