Güzel bir günden merhaba. Hava güneşli, ben rahatsızım. Ne bahtsızım.
Rüyamda buraya geldiğimden beri iki defa Nick Cave'i gördüm. Dün gece çok garipti, tüm ailesini gördüm. Susie'nin sarı, beyaz, pembe çiçeklerle donattığı sisli bir ormanı andıran bahçesi vardı. Oğlunu orada anıyordu. Çiçekler çok güzeldi. Nick ve Earl dışarıda geziyorlardı. Nick'in yüzünde daha önce hiçbir resminde görmediğim hüzün vardı.
Ah, ayrıca, günlerimi anlatmaya devam edeyim. Dün Florya'da bulunan akvaryumu gezdim. Yahu, hayatımda ki üçüncü akvaryum gezim olduğundan mıdır nedir, hiç heyecan duymadım. O da yetmiyormuş gibi, ana baba günüydü orası resmen! Çocukları severim, lakin onlara güzel terbiye vermemiş aileleri sevmem. Çocuklarına boş yere bağıranları anne baba yerine koymam. Bir de hediye dükkanları var, saçmalıklarla dolu. Yine klasik aile fotoğrafımızı çekinmeyi eksik etmedik ve bilin bakalım kim fotoğrafta gülmeyi unutmuş? Ben! Her şeyi geçtim, canlıları öyle görmekten artık haz duymuyorum. Hayvanat bahçeleri, akvaryumlar vesaire.
Üniversite olayı terrible gidiyor. Son sınıfta hayatım efsane kaymış, ben aydınlanmış, okumayı ve 9-5 sisteminde çalışmayı, bunun için de para ödemeyi gereksiz bulmuştum. Ben, b e n, Zehra, ne okusam kendimi bulurum diye düşünürken hayatımın aşkı jeoloji ile karşılaştım ve bu bana olabileceğimin en iyisini kanıtladı. Ben yahu ben, ilgi duyuyordum! Bıkmayacaktım, usanmayacaktım ve okurken gezebilecektim. Bunların hepsini de üniversite karşılayacaktı. Nitekim okul hayatım başarılar ile dolu değil, başvuru süreci çok ağır geçti ve pek çok sorun yaşadım. Artık bu sene istediğim bölümü kazanıp, okuyabilme olasılığıma inanmıyorum. Büyük ihtimal bir boş sene geçireceğim. Ailem bir boş seneyi kayıp olarak görüyor ve annem özellikle herkesin hayallerini yaşadığı bu dönemde benim evde bulunmamı istemiyor. Ben olaya öyle bakmıyorum. Çöktüm ya, çöktüm. On ikinci sınıfı adeta yaşamadım. İğrençti. Her neyse, başıma gelecek her şeyi kabulleniyor ve sevgi ile kucaklıyorum. Olur ya da olmaz. Ama jeoloji olursa çok sevinirim!
Florence + The Machine'in yeni albümüne aşığım. Sürekli dinliyorum. Halen daha Muse dinlemiyorum. Yeni şarkılar keşfetmeye tam gaz devam. Ayrıca kitap açlığım artmaya başladı. Okuyacağım ilk kitap ya Cormac McCarthy, Chuck Palahniuk ya da Stephen King olacak. Hadi bakalım. Ah aacaaaba bir sinemaya mı uğrasam? Ant-Man'i izlemeyi çok istiyordum. Annem Terminator serisi hayranıdır ve izleyemedik diye üzülüyorum. Bari bir şeyler izleyeyim de keyfim yerine gelsin. Jurassic World'ün devam filmi 2018de vizyona girecekmiş. İnşallah yaratıcı konularla daha iyi bir film olur.
Günlerdir buradayım, kendime hiçbir şey almadım. Dışarıya çıkayım ben en iyisi. Görüşürüz sevdiceklerim.
Yalnız değilsiniz hiçbir konuda. Bunu da not olarak bırakayım. Herkes dertli.
24 Temmuz 2015 Cuma
19 Temmuz 2015 Pazar
Gatherings
İstanbul'a geldim. 17sinin gecesi. Ben acayip olmuşum! Uçaklardan korkuyorum yahu. Ben. Ben nasıl korkarım yahu? Ter attım uçuş boyu ama şansıma rahat bir tanesiydi. Hiç gezesim yok. Ruhumu kaybetmiş gibiyim. Kitapçı ilgimi çekmedi ne diyorsunuz! Evde olduğum süreyi de dizilerimi izleyerek geçirmeye, ultimate playlisti oluşturmaya ve en sevdiğim filmleri tekrar izlemeye ayırmaya karar verdim. Yeni müzikler keşfedince hayat daha güzel olmuyor mu?
Aylar boyunca adam gibi internete giremediğim için sevdiğim sanatçıların albümlerinin çıkışlarını kaçırmıştım. Florence + The Machine sevgilimin How Big, How Blue, How Beautiful albümü ef-sa-ne. Muse aşkımın Drones albümünü henüz dinlemedim. İçimden gelmedi. Şu sıralar sanırım muse'un yaptığı türde müzik dinleyemez bünyem. Her şey vakti gelince! Film tavsiyem yok, en son izlediğim film Star Trek ti. Hah! Söyleyeyim, kısa zaman önce digiturk'te denk geldiğimden beri Star Trek izliyorum. Bunca zaman nasıl izlememişim diye kendimi sorguladım.
Dün rüyamda boğuldum. Birden sanki nefes almamı sağlayan her şey ani güç kesintisine uğramıştı. İçim çekilmeye başladı. Zehra uyan. Nefes alamıyorum. Zehra uyan. Boğuluyorum. Zehra uyan! Kısa bir süre daha nefes alamadım. Çok kötü bir deneyimdi. Kendimi uyandırmaya hiç bu kadar zorlamamıştım. Sonra sinir krizi geçirip yastıkları oradan oraya fırlattım ve annemin rahmindeymiş gibi uzanmaya devam ettim.
Ben sonra yine yazarım.
Aylar boyunca adam gibi internete giremediğim için sevdiğim sanatçıların albümlerinin çıkışlarını kaçırmıştım. Florence + The Machine sevgilimin How Big, How Blue, How Beautiful albümü ef-sa-ne. Muse aşkımın Drones albümünü henüz dinlemedim. İçimden gelmedi. Şu sıralar sanırım muse'un yaptığı türde müzik dinleyemez bünyem. Her şey vakti gelince! Film tavsiyem yok, en son izlediğim film Star Trek ti. Hah! Söyleyeyim, kısa zaman önce digiturk'te denk geldiğimden beri Star Trek izliyorum. Bunca zaman nasıl izlememişim diye kendimi sorguladım.
Dün rüyamda boğuldum. Birden sanki nefes almamı sağlayan her şey ani güç kesintisine uğramıştı. İçim çekilmeye başladı. Zehra uyan. Nefes alamıyorum. Zehra uyan. Boğuluyorum. Zehra uyan! Kısa bir süre daha nefes alamadım. Çok kötü bir deneyimdi. Kendimi uyandırmaya hiç bu kadar zorlamamıştım. Sonra sinir krizi geçirip yastıkları oradan oraya fırlattım ve annemin rahmindeymiş gibi uzanmaya devam ettim.
Ben sonra yine yazarım.
16 Temmuz 2015 Perşembe
The Weeping Song
En sevdiğim kitaplardan biri olan İhtiyarlara Yer Yok'ta sevdiğim kısımlardan biri tam size alıntı yapamayacak olsam da şöyleydi "Bir olay olduğunda iznini istemiyor. Sana sormuyor.", yani ben öyle hatırlıyorum. Doğuyorsun, büyüyorsun, hayal ediyorsun. Yetişkinliğin, seyahatin, dostlarının, her şeyin. Düşünsene. Bundan iki sene önce babanın biyografisi niteliğinde olan filmde beraber televizyon izliyorsunuz ve onun pizzasından yiyorsun. Babanın en mutlu olduğu zaman dilimi belki gün içinde. Ama öleceğini tahmin edemiyorsun. 18 metrelik bir tepeden düşeceğini, bilincini kaybetmiş bir şekilde bulunup hastaneye kaldırılacağını ama kurtarılamayacağını bilemiyorsun. Gelişen olay sana sormuyor. Ne bileyim, ben Nick Cave'den fazla üzülmüş gibiyim bu olaya. Çünkü bir gün ölüm haberini okuyacağın kişinin kim olduğunu bilemiyorsun. Ölümü en güzel anlatan, insana öldürülmeyi ve şarkı olmayı dileten bir adamın oğlusun ama kaçamıyorsun. Belki sende çok güzel bir şarkı olursun, güzel çocuk.
* Bugün yavru kedimiz Nostromo da öldü.
* Bugün yavru kedimiz Nostromo da öldü.
8 Temmuz 2015 Çarşamba
Frank & Ava
“We became lovers forever, eternally. Big words, I know, but I truly felt that no matter what happened we would always be in love.” Ava Gardner
“We might have been in different cities, different countries, but we were never apart. And every once in a while, Frank would call me in Madrid, London, Rome, New York, wherever I happened to be, and say ‘Ava, let’s try again.’ And I’d say ‘Okay!’ And drop everything, sometimes even a part in a picture. And it would be heaven, but it wouldn’t last more than twenty-four hours. And I’d go running off again, literally running. We could never quite understand why it hadn’t and couldn’t work out.”
-Ava Gardner; Ava: My Story.
“It started with a phone call from Frank saying he’d rented a house on Lake Tahoe and why didn’t I come by. A few nights later, when we had both drunk too much, Frank made an offhand remark that hurt me so deeply that I decided to go back to Los Angeles.
The telephone rang; it was Hank Sanicola saying, ‘Oh my God, Ava. Hurry back! Frank’s taken an overdose!’ I have been exasperated with Francis Albert Sinatra many times, but never more so than on the morning when I rushed back to his bedside back at Lake Tahoe. I ran into his bedroom and looked down at him and he turned his sad blue eyes to look at me. ‘I thought you’d gone,’ he said weakly. He’d had a fine rest, doctors watching over him, feeling his pulse, and they didn’t even have to pump his stomach; he hadn’t taken enough phenobarbitol for that. Everybody had been up all night except Frank. I could have killed him. Instead I forgave him in about 25 seconds.”
- Ava Gardner, autobiography
The telephone rang; it was Hank Sanicola saying, ‘Oh my God, Ava. Hurry back! Frank’s taken an overdose!’ I have been exasperated with Francis Albert Sinatra many times, but never more so than on the morning when I rushed back to his bedside back at Lake Tahoe. I ran into his bedroom and looked down at him and he turned his sad blue eyes to look at me. ‘I thought you’d gone,’ he said weakly. He’d had a fine rest, doctors watching over him, feeling his pulse, and they didn’t even have to pump his stomach; he hadn’t taken enough phenobarbitol for that. Everybody had been up all night except Frank. I could have killed him. Instead I forgave him in about 25 seconds.”
- Ava Gardner, autobiography
*
No doubt that I love their story the most. Please God, I rarely wish for something. Hit me with a love like that. I'm okay with the pain. Hit me with Sinatra. Send me someone like him. Oh, if not him, can you send me Nick Cave?
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)