30 Eylül 2015 Çarşamba

Blume



Chrysantemum

For you I am a chrysantemum
Supernova, urgent star
Astera Compositae 


For you I'll be a dandelion
A thousand flowerettes in the sky
Or just a drop in the ocean
If you know my name
don't speak it out
it holds a power - as before
Liliacea 


A lily of the valley
a flower of saron
Helianthus annus 


For you I even be a sunflower
Do you hear my enlightening laughter?
another reason to cut off an ear
You know my name, do you not?
don't say it
For it is sacred, immovable - frozen
Rosa, Anemone et Nymphea alba I'll even be a waterlily,
a marygold, a rose
or a little thistle
Euphorbia a blue dahlia, a black tulip
that's where opinions differ
the scholars disagree
My name, should you know it
remains unspeakable
and is spoken - malediction




Kısa süreli hedef: Cormac McCarthy'nin "Yol"u okunacak, sonra Viggo Mortensen'li uyarlaması izlenecek. (Gözlerden kalplerin fışkırdığı ifade)

doomed ones



“I don’t particularly believe all love is doomed. But I guess, one is usually kinda suffering from some aborted love affair or association, rather than being at the peak of one. I think it’s fairly obvious that a lot more suffering goes on in the name of love than the little happiness you can squeeze out of it.”

*

“I loved a man who could never love me back. I was living in a fairytale.”

29 Eylül 2015 Salı

***

You made a fool of me, lover
You made a fool of me, how funny
You made a fool of me, how dare you, how dare you
You made a fool of me, how funny

Playlist #3

Russian Red- Neruda
Honeyblood- (I'd Rather Be) Anywhere but Here
The Head and The Heart- Shake
Phosphorescent- Song for Zula
Robbie Williams- Go Gentle
Bombay Bicycle Club- Overdone
Say Lou Lou- Fool Of Me (featuring Chet Faker)
Say Lou Lou- Electrify
Chromatics- I Want Your Love
Chromatics- Kill For Love

magic-spelldust:

Claretta by 

 Roberto Gioli

28 Eylül 2015 Pazartesi

Sonbahar Listesi

Bir sürü playlist oluşturulacak.

Tek bir liste içerisinde çakılı kaldım resmen. Playlist Frank'ten Einstürzende'ye öyle bir geçiyor ki, hönk deyip kalmamak elimde olan bir şey değil. Şunun morning'i olsun, evening'i olsun, yağmurlusu olsun, rüzgarlısı olsun, yolda sı olsun, her şeyi olsun. Ay umarım hiç depresif bir şeyler yapmam.


En az yirmi, otuz kitap okunacak.

Mükemmel bir alıcıyım. Hayat beni gittiğim kitapçılarla sınamış. Bir daha görüp, bulamam diye çok kitap aldım. Malumunuz, yaşadığım yerde çok kitapçı da yok ve ben neredeyse hiç dışarıya çıkmıyorum (bir ara şunu anlatmalıyım). Bundan ötürü biriktiriyorum resmen. Şu dört ayda bitirdiğim tek kitap Fareler ve İnsanlar (uyandım, okudum, bitirdim) o da ne kadar ivmemin düştüğünün kanıtı. Okuma listemi yapayım mı daha sonra? O kitapların bir kısmının alınışının dahi hikayesi var! Okuma listem bitince dışarı çıktığımda bir kitaba dokunduğumda daha iyi hissederim diye umuyorum. Heyecanlı olur belki alıcı olmak.

Monodrift - Mist

Kocaman olan İzlenecek Filmler Listesi daha da büyütülecek.

Şunu düşünürkenden aklıma izleyemediğim, izleyemediğim için büyük üzüntü yaşadığım Loin Des Hommes geldi. Hedeflerin ilki tüm Bond filmlerini bitirmek, böylelikle Spectre'a hazır olmak! *.* Herkes bir şeyler öneriyor, bir yere not ediyorum tamam ama nereye kadar? Eğer yağmurlu zamanlar, havanın esip gürlediği zamanlar film izlemeye teşvik etmiyorsa, ne ediyor? Ben iki sene evvel miydi neydi, ilk defa The Evil Dead'in orijinal üçlemesini izlemiştim, o dönem de sonbahardı. Hatta o gün dinlediğim şarkılar bana halen daha onu hatırlatıyor. Bu sonbahar yine izlemek istiyorum. Nedense kült korku filmleri çoğu insana şuan komik geliyor ama ayrı bir zevki yok mu? Bilgisayar efektleri ile öldürülmemiş korku, kurgusu muazzam olan korku...


Belki bir işe girilecek.

Bir buna kesin diyemiyorum. Bir yanım günlerimi boş geçirmemek adına bunu istiyor ama dışarı çıkınca anxiety problemi baş gösteriyor. Ne billeeeyim. Bu da başka yazının konusu, ama olursa sonbahar ayı olur sanırım.


Bir sürü hesap kapatılacak.

Çok fazla platformda hesabım bulunuyor, tamam kullanıyorum ama bu bana internette geçirilen boş saat olarak dönüyor. Öyle kısarım, giderim ki bir ara belki, sadece belki, kullandığım twitter hesabını, instagramı, facebook'u kapatırım. Yeni hesaplar açıp, en yakın üç arkadaşımı eklerim. Twitter zaten bunu çok ciddili yazıyorum haber okumak için tuttuğum hesap. Ne güzel olurdu bir blog olsaydı! :) O zaman bekleyiş başlar, tüm alınan ilhamlar bir yerlere not edilir, kapatmalar start düdüğünü duyar.

softwaring:

Alex Vidal Brecas - The Calbuco volcano in Chile erupted
 for the first time in more than four decades on Wednesday evening.

Bahçede iş var!

Boşuna organik tarım kitabı almadım... sdfghjkgf, şaka bir yana, akşamüstü özellikle bahçe/ tarla/ arazi mükemmel yer. Bitkileri sulamak, onlarla ilgilenmek bu sırada muazzam bir gün batımına tanıklık etmek, hayatın küçük saf enerjileri. Sonbaharda bir başka olur her yer. Genel anlamda. Saçlar uçuşur rüzgarda, bitkilerle dans ederim.


Şiir, şiir, daha çok şiir.

Bilmiyorum söyledim mi ama şiir sevmem. Hiç sevmem. Sevdiğim tek dönem Victorian. Sevdiğim tek şair Lord Tennyson. Baktım bu sonbahar PJ Harvey şiir kitabı çıkarıyor, güzel şiirlere de denk geldim internet ortamında, bu şiir düşmanlığım son bulsun istedim. Kitaplar okunurken araya birkaç şiir sıkıştırmak istedim.


Bugünlük benden bu kadar :) Aslında bir başka yazıda yazdım, ama daha geneldi, sabah yazılan bir şeydi, yorgunluktu, ki gene güzeldi.


Şarkı önerebilir miyim?
Chromatics, In The City ve Honeyblood'dan Anywhere but here.

Sabah yazsaydım şarkı Morning Sun olacaktı, Robbie'den.


Yazıyı yazarken hep Yüzüklerin Efendisi'ni düşündüm, olacak iş değil.

19 Eylül 2015 Cumartesi

Bir düşünceyi aşılamaya çalışmak

Phildel'den Qi parçasını başlarkenden öneriyorum, iyi dinlemeli- okumalar.

Ben eskiden şuan olduğumun on katı bir şey ergendim. Ne güzel bir başlangıç oldu, neyse. Bir kişiden beklediğim davranışı bulamadığımda tüm gücümle üstüne giderdim. Beni sevmiyorsa, sevmeliydi. İlgilenmiyorsa ilgilenmeli, bunaltıyorsa benden o bıkmalıydı. İradeye karşı hareket etmeye çalışıyordum kısacası. On yedinci yaşımın bana öğrettiklerinden oldu bu, kimseye bir şeyi zorla yaptıramazsınız. Bence "zorla güzellik" diye bir olay olamaz. Ha oldu gibi oluyor dışarıdan diyelim, iç ile bütün değilse bir anlamı yoktur.
Bir düşünceyi aşılamaya çalıştığımda oluşacak ne varsa kişinin içinde, yapay olacağını öğrendim. Özgür irade yoksa da olacak olanın da biteceğini kavradım. Varsın bazı şeyler olmasın, kaderin önüne geçmeye çalışmak yersiz artık.
Eskiden ortaya ekmek kırıntıları serpiştirirdim. Hani ille kişiyi kendi isteğime göre değiştirecektim ya, kendi algımı yerleştiriyormuşum bu kişinin beynine. On yedinin bir diğer kattığı şey, hayatıma bana böyle hisler yaşatacak insanlar almamam gerektiğini anlamam oldu. Uğruna mental sağlığımdan olmayacağım kişiler dizdim hayat kolyeme, inciler olarak. Bunu büyük bir aşk manasında demiyorum. Arkadaş, dost, aile üyeleri, herkes.
Artık Inception-vari düşüncelerim yok, hedeflerim yok.
On yedi bana iyi geldi sanıyorum.
Bir ara kesinlikle on yedimde neler öğrendiğimi yazmalıyım.

Kimsenin özgür iradesine karışmayın, büyük hayat öğütü.

Edit : Dün bütün gece 'özgür iradeye karşı gelemezsin' fikrini hangi filmden bildiğimi hatırlamaya çalışıyorum sonunda buldum, Bruce Almighty!

Bu arada yazının ortasında şarkı Ludovico Einaudi'den Night oldu, ona da bir şans verin. Çokça iyi geceler herkese.

Lucas Marcomini - Finland, 2015  Lucas Marcomini - Finland, 2015  

Lucas Marcomini - Finland, 2015  Lucas Marcomini - Finland, 2015

Fotoğraflar Lucas Marcomini'den, yer Finlandiya.

18 Eylül 2015 Cuma

Ulysses



It little profits that an idle king,
By this still hearth, among these barren crags,
Match'd with an aged wife, I mete and dole
Unequal laws unto a savage race,
That hoard, and sleep, and feed, and know not me.
I cannot rest from travel: I will drink
Life to the lees: All times I have enjoy'd
Greatly, have suffer'd greatly, both with those
That loved me, and alone, on shore, and when
Thro' scudding drifts the rainy Hyades
Vext the dim sea: I am become a name;
For always roaming with a hungry heart
Much have I seen and known; cities of men
And manners, climates, councils, governments,
Myself not least, but honour'd of them all;
And drunk delight of battle with my peers,
Far on the ringing plains of windy Troy.
I am a part of all that I have met;
Yet all experience is an arch wherethro'
Gleams that untravell'd world whose margin fades
For ever and forever when I move.
How dull it is to pause, to make an end,
To rust unburnish'd, not to shine in use!
As tho' to breathe were life! Life piled on life
Were all too little, and of one to me
Little remains: but every hour is saved
From that eternal silence, something more,
A bringer of new things; and vile it were
For some three suns to store and hoard myself,
And this gray spirit yearning in desire
To follow knowledge like a sinking star,
Beyond the utmost bound of human thought.

         This is my son, mine own Telemachus,
To whom I leave the sceptre and the isle,—
Well-loved of me, discerning to fulfil
This labour, by slow prudence to make mild
A rugged people, and thro' soft degrees
Subdue them to the useful and the good.
Most blameless is he, centred in the sphere
Of common duties, decent not to fail
In offices of tenderness, and pay
Meet adoration to my household gods,
When I am gone. He works his work, I mine.

         There lies the port; the vessel puffs her sail:
There gloom the dark, broad seas. My mariners,
Souls that have toil'd, and wrought, and thought with me—
That ever with a frolic welcome took
The thunder and the sunshine, and opposed
Free hearts, free foreheads—you and I are old;
Old age hath yet his honour and his toil;
Death closes all: but something ere the end,
Some work of noble note, may yet be done,
Not unbecoming men that strove with Gods.
The lights begin to twinkle from the rocks:
The long day wanes: the slow moon climbs: the deep
Moans round with many voices. Come, my friends,
'T is not too late to seek a newer world.
Push off, and sitting well in order smite
The sounding furrows; for my purpose holds
To sail beyond the sunset, and the baths
Of all the western stars, until I die.
It may be that the gulfs will wash us down:
It may be we shall touch the Happy Isles,
And see the great Achilles, whom we knew.
Tho' much is taken, much abides; and tho'
We are not now that strength which in old days
Moved earth and heaven, that which we are, we are;
One equal temper of heroic hearts,
Made weak by time and fate, but strong in will
To strive, to seek, to find, and not to yield.

Lord Alfred Tennyson

17 Eylül 2015 Perşembe

*

anamorphosis-and-isolate:

― (500) Days of Summer (2009)Tom: You know, on the one hand, I want to for­get her. On the other hand, I know that she’s the only per­son in the entire uni­verse that will make me happy.

Şu "only person" olayına bende inanmaya başlayacağım sanırım.

Muse, Drones

Merhaba! Sabah erken uyandığımda ayakta kalmayı başarabilseydim şu yazı saat sabah on, on bir gibi gelecekti. Neyse, kısmette şu saatler varmış.


Albüm çıktığı dönem internetim yoktu evde, aldığımızda da ruhsal bir çöküntü içerisindeydim, Muse dinlemeye zerre yanaşmıyordum (en azından yeni albümünü). Uzaktaki dostlarımdan biriyle anlaştık, yeni albümü beraber dinleyelim, sonra da bloglarda yazalım dedik. Ortak bir çalışma olacaktı. Başladık bitirdik. Şunu anladık ki, yazı yazamayacağız çünkü şarkılarla ilgili tek düşüncemiz var : Hepsi şahane!

Albüm hakkında çok karışık reviewlar var. Bilmiyorum, ben uzman değilim. Tek söyleyebileceğim, şuan müzik zevkimin yine değişim gösterdiği zamanlarda bana iyi geldiği.


Albüm hakkında birkaç bilgi verip gideceğim şimdi.

Drones, Muse'un 7. stüdyo albümü. Çıkış tarihi 8 Haziran, anlayın ne kadar geç dinledim. Drones bir konsept albümü, ve Matt Bellamy albümün içeriğini "protagonist's journey from abandonment to indoctrination as a "human drone" and eventual defection" olarak tanımlıyor. Grup, bu albümle birlikte son albümlerde kullandıkları elementleri çıkartarak 'eski Muse' tarzında bir şey ortaya çıkarmayı hedeflemiş. Daha az deneysel müzik, daha çok rock.

MuseDronesCover.jpg

Kendi yorumumu katayım, Matt Bellamy'nin müziğinin ultra mega hayranıyım. Baz aldığı eserler (bkz 1984, George Orwell/ The Resistance albümü), şarkıların derin anlamları ve sesi, gitarı derken elinden çıkan her şeyi takip edebilirim. Eleştirmenlerin müziğini beğendiği, ama sözlere gerince takıldığı bu albümü ben tüm olumsuz yorumlara rağmen çok beğendim.

Favori şarkımı seçemedim, seçersem editlerim ^^

*Dinlemek isteyenler spotifya uğrasın.

16 Eylül 2015 Çarşamba

*

Ludwig Favre - Iceland, 2015

"Loving someone who cannot love you the same way in return is not weakness. It’s one of the most courageous things you’ll ever do. You are putting your armour at their feet and you are saying “I will not fight you in this. I have loved you and that means that I have already won. – Azra T."

(yazı berlin-artparasites)

15 Eylül 2015 Salı


şunu blogun bir yerine iliştirmeye kararlıyım. vallahi, bir şeyler karalarken gözüm gönlüm açılsın.

sonbahar

benim için sonbaharın başlangıcı eylülün ilk günü değil, okulların açıldığı gündür. okullar açılıncaya kadar hiçbir zaman mevsimlerden haberim olmaz. sonbahar? sonbahar. günlerin, saatlerin farkında olunduğu, ne kalın ne ince giydiğimiz, varlığımızın farkındalığını yaşadığımız efsane güzel mevsim.

gap year yapıyor olsam da, benim tatilim bugün bitti. artık sabahları kardeşimi okula göndermeye uyanıyorum, ona kahvaltısını, okulda yiyeceklerini hazırlıyorum ve güne bu şekilde başlamış oluyorum. evde anneme yardım ettiğim, bahçede babamın beni bitkileri, ağaçları sulamaya göreve diktiği bir sezon başlıyor.

kendi işlerimle de uğraşıyorum. okuldan nefret ediyorum ama nedense leicester'ın bana çok iyi geleceğine inandığımdan hevesleniyorum. bir kere jeoloji, ayrıca victoria park, ayrıca güzel okul, ayrıca güzel lokasyon. boş değilim açıkçası. üç jeoloji kitabı aldım ve kendimi geliştirip başlamış olacağım okula. zaten ingilterede jeolojiye başvuranlar jeoloji a levelını yapıp geliyorlar büyük oranda. benim neden bilgim eksik olsun?! Geological Society'den kitap sipariş ettirmeyi de düşünüyorum. adamlar müthiş işler yapıyor.

blog'u boşlamak olmaz deyip, bu sezon contentimde gelişmek hedef. her şey. sinema- müzik- televizyon. spor, kültür, haberler her şşşeyyi ele alıp kendi zevklerime göre burayı döşemeye kararlıyım. zamanında bir kişi bana gelip kendimi yazar zannettiğimi, blogun önemsiz bir yer, benim önemsiz, davranışları yapay biri olduğumu söyledi. WELL, bugün hala takipçim yok denecek kadar az, görüntüleme sayım hala minimum, yazar değilim ama bu blogun yazan kişisiyim, öyle mi? evet. önemsiz, değişken bir olay. bana göre önemli, sana göre önemsiz. yahu zaten bu blog benim zevkime göre. öyle kendim harici bir şey paylaştığım yok. uzun bir twitter hesabı gibi, tumblr hesabı gibi. buradan tanıştıklarımı da çok sevdiğimi asla göz ardı etmiyorum.

erken uyanmaktan nefret ediyorum. sanırım erken uyanmışlık hissini azaltmak için artık erken uyuma yoluna gideceğim>.<

şuraya şarkı tavsiyesi bırakıyorum, n'ooollur ciddiye alın
einstürzende neubauten- blume (spotifydan baksanız daha iyi olur.)

mutlu sabahlar!! :)

somethingsavage:

http://danielsavage.estate

14 Eylül 2015 Pazartesi


Daehyun Kim, I always go back to me

Ruhum havaya karışacak, yükselecek, yükselecek. Bir süre sonra fiziğin iğrenç kanunlarından kurtulacak. Sonsuzluk içerisinde süzülüp, başka bir ruh ile çarpışıp dağılacak.

13 Eylül 2015 Pazar

Ne bileyim saat yine sabahın dördünü buldu ama yine uyumak istemedim. Evrenler içime sığmadılar yine. Yazmak istedim yazamadım. Ama yazacağım. Gündüz? Uyandığımda buluşalım dostlar.

4 Eylül 2015 Cuma

Playlist #2

The Antlers- Kettering
Portugal. The Man- So American
Wolf Parade- Modern World
Camera Obscura- This Is Love (Feels Alright)
Camera Obscura- Troublemaker
Max LL- Sol
Nick Cave & The Bad Seeds- Under This Moon
Say Lou Lou- Nothing But a Heartbeat



Bir sonraki daha uzun olur umarım. İyi geceler!

Benim İçin İzleyin, Bir Ara Mutlaka İzleyin : Philadelphia

Merhaba! Neredeyse bütün zamanımı dışarıda geçirdiğimden ve birde zaten sabahlayıp yattığımdan ötürü öğlen ikide uyandığımdan bugün bir şeyler karalayamadım. Ama aklımda olan filmi size sunmaya kararlıyım. Günün filmi biriciğim Tom Hanks'in (kaç biriciğim var benim) Philadelphia'sı.


Hadi başlayalım.

1993 yılında Jonathan Demme (o da biriciğim) tarafından yönetilen, başrollerinde Tom Hanks, Denzel Washington ve Antonio Banderas gibi usta oyuncuları barındıran bir drama. Konusu 1980li yıllarda Amerika'da yaşanan AIDS salgını etrafında gelişiyor. Çok iyi bir avukatlık firmasında çalışan eşcinsel Andy (Tom) aids'e yakalandıktan sonra işine son verilmesini ve başka bir avukat olan Joe'nun (Denzel) Andy'e davasında yardım edişini izliyoruz. Film, Hollywood'un homofobi, homoseksüellik, hiv, aids gibi konularda seyirciye sunduğu ilk büyük yapımı olarak geçiyor.


Film Akademi ödüllerinde dört adaylıktan ikisini kazandı, bunlar Best Actor altında Tom Hanks'e ve Best Original Song altında Bruce Springsteen'e, Streets of Philadelphia parçasına gitti.


Tom Hanks'in rolüne değinmek bir kenara, Denzel'in karakteri ve karakterinin filmin dakikaları ilerledikçe yaşadığı değişime bayılacaksınız. Çünkü insan böyledir. Ön yargılarımız vardır ve her ne kadar zor olsa dahi bunları aşabiliriz.

Bir olayı içinde bulunmadan da değerlendirebilir, haklıyı savunabiliriz. Replikleri diğer burada yazdığım her film gibi kaliteli.

Bunu izlerken de ağladım ben kesin ama şimdi hatırlamıyorum da. En iyisi yarın bende tekrar izleyeyim. Paramı yatırdığım en kaliteli dvdlerden.

Not, Tom Hanks'in Akademi ödüllerinde yaptığı speechi tam hatırlamıyorum ama izlemeye değer olabilir.

  

  

  


İyi seyirler. Bu arada yazdıklarımı izlerseniz bana da bildirmeyi unutmayın. Her zaman bu konuları konuşmaktan zevk alıyorum.


2 Eylül 2015 Çarşamba

Benim İçin İzleyin, Bir Ara Mutlaka İzleyin : Guys and Dolls

Gecenin konuğu, 1955'in bebeği, Brando ve Sinatra'nın göz zevkimi tavan yaptırdığı Guys and Dolls! Öncelikle hoş geldiniz dostlar. Filmleri incelemeye ve size tavsiye etmeye devam ediyorum.


Başlayalım.

Senelerden 1955. Yönetmen Joseph L. Mankiewicz. Başrol oyuncuları Marlon Brando, Frank Sinatra (kalpler kalpler kalpler), Jean Simmons ve Vivian Blaine. Film bir müzikal. Pek çok kez tiyatro (Broadway'de çok yer alıyor kendileri) ve sinema uyarlaması yapılmış.


Konumuz ise 1940lı yılların sonlarına doğru New York suçlularının ve profesyonel kumarbazların aktivitelerini konu alıyor. IMDb açıklamasını size sunmak gerekirse : "In New York, a gambler is challenged to take a cold female missionary to Havana, but they fall for each other, and the bet has a hidden motive to finance a crap game."

İçinizi ısıtan, müziğe ve güzelliğe doyuran tatlı bir müzikal. Sinatra veya Marlon Brando'yu seviyorsanız (ya da benim gibi ikisine de aşıksanız) kalpten gidebilirsiniz. Ayrıca müzikal olduğundan ötürü, Sinatra'nın sesine kesin doyuyorsunuz. Sinatra ismi ile ilk tanıştığımdan beri izlemek istediğim filmlerden biriydi Guys and Dolls. Geçen sene MGM kanalında tesadüfen denk gelip izledim, bazen güzel şeyler de geliyor başıma işte. Arkadaşlar Spotify, Youtube gibi yerlerden Guys and Dolls Soundtrack albümlerine bakmayı ihmal etmeyin.

Filmin IMDb puanı 7.3, oldukça iyi. Akademi ödüllerinde Best Art Direction, Best Cinematography, Best Costume Design ve Best Music gibi dört alanda adaylığının olması yanında iki BAFTA adaylığı var. Golden Globe ödüllerinde Best Motion Picture ve Best Motion Picture Actress dallarında kazandı.

İzleyen bana yazsın Sinatra ile ilgili filmden çok komik bir şeyi açıklayacağım. 



Hadi bu da bonus resim olsun, Brando kendisini filmde dans ettiği sahnelere hazırlamaya çalışırken :

Bir sonraki yazacağım filmin yine Sinatra'dan olmasını, blogumu böylece isminin hakkını vererek kullanmayı, bu filmin Anchors Aweigh olmasını dileyip gidiyorum! Herhangi bir kısmı ile ilgili danışmak isterseniz, ulaşabileceğiniz yer bol! Görüşürüz :)

(Şurada film yazdığıma bakmayın, her gün Lord of the Rings maratonu var bizim evde.)

Chéri

Daha önce Chéri hakkında bir şeyler karalamıştım ama blogun o kısımlarını sildiğim için, daha detaylı daha güzel bir yazı hazırlamaya karar verdim. Bu filmi yazarken kesinlikle izlemeniz gerekiyor diye düşünmediğimden başlığına da mutlaka izleyinli başlığımdan koymadım.

Chéri 2009 yılında çekilmiş, yönetmeni Stephen Frears olan bir dram filmi. Başrollerinde Michelle Pfeiffer ve Rupert Friend gibi isimler barındırması yanında, Felicity Jones (bir sevemedim şu kadını) ve Kathy Bates gibi isimler de rol almış.

Filmin konusu ise yaşlanmakta olan emekli bir courtesan (kelimeyi araştırdım ama Türkçe'ye nasıl geçirsem bilemedim) ve genç bir adamın ilişkisini konu alıyor.

Müzikleri Alexandre Desplat'tan, The Rose Acasia parçası ise en sevdiğim.


Spoiler Alert vereyim yine de. Ben bu filmi ille izleyeceğim diyorsanız resimden altını okumayın, başka yazıya geçin.


"Meanwhile, Edmée accuses Chéri of not caring about her, and says all he ever does is think of Léa. While out on the town with a friend, Chéri tries opium and cocaine, and on his way back he notices that Léa's apartment is no longer empty, and she has returned home. Comforted by the fact that Léa has returned, Chéri runs home to Edmée where he makes love to her properly and kindly, thinking that he can now live in peace with Edmée. He sends Charlotte the next day to inspect Léa's home, whereupon Léa says she is madly in love with her new "suitor", and learns (falsely) from Charlotte that Chéri and Edmée are crazily in love and happier than ever. That night, after hearing from Charlotte that Léa is in love with her suitor, Chéri breaks into her home and admits he loves her. The two spend one more night together and plan on running away. In the morning, however, Léa apologizes to Chéri for "ruining him" and making life too easy on him when they first begun their affair. Léa tells Chéri to go back to Edmée, for their age difference would always prevent a true relationship blossoming between them. Tentatively, Chéri leaves. Léa stares into her mirror at her aging face, and the narrator reveals she is angry for being born two decades before Chéri. The narrator also reveals that, after a while, Chéri realises that Léa was the only woman he could ever love, and he commits suicide."

Filmin beni ciddi ciddi bağladığı kısım sonuydu, zaten onu da belirginleştirdim alıntıda. Film yine bana ageism ne iğrenç şey dedirtti. Ama bu yüzden sevdim. Film bana kimi seviyorsan sev işte dedirtmiş olabilir. Her neyse. Chéri öyle ahım şahım bir film değil, sıkıcı olabilir. Ben izledim, çünkü bu benim film zevkim. Sizi gerçekten bilemiyorum.

1 Eylül 2015 Salı

Benim İçin İzleyin, Bir Ara Mutlaka İzleyin : The East

Aklıma geldik sonra yazacağımı söylemiştim. Bu da bir yerde, günün her saati bir şeyler çıkartabileceğim anlamına geldi. İlk yazdığım filmler genelde en çok aklıma takılanlar. Geceleri haklarında düşündüğüm, hayat değiştirme kapasitesi olanlar.

Bugün The East'i ağırlayarak güne başlıyorum. Sonra yazar mıyım, gerçekten bilemiyorum.

The East benim '10lu yıllarda yılları ayırıp ayırıp yazacağım filmler arasında 2013'ün bebeklerinden. 2013 yılı yine sinema için bana göre güzel bir yıldı ve listemin yüksek sıralarındaydı The East. Peki The East'in konusu ne, yönetmeni kim, kimler oynamış? Hemeen bakıyoruz inceliyoruz.


Yönetmeni  Zal Batmanglij olan filmin yapımcılığını Ridley Scott, Michael Costigan, Jocelyn Hayes- Simpson ve Brit Marling üstlenmiş. Filmin senaryosu ise yine Zal ve Brit'e ait.

Oyuncu kadrosu ise bana göre excellent. Brit Marling'in esas karakter olduğu yerde, Alexander Skarsgård ve Ellen Page gibi üst düzey oyuncuları var.



Filmin konusu ise şöyle geliyor. Jane (Brit Marling) özel bir güvenlik şirketinde çalışır. Patronu ise kendisini The East adındaki anarşist ve freeganist (araştırmanız gereken mükemmel bir konudur freeganism, hatta izlemeden bakınız) bir eko-terörizm organizasyonuna sızması ve bilgi toplaması için görevlendirir. Film bu doğrultuda gelişiyor ve ben filmi izledikçe keşfetme zevkini sizlere sunuyorum.

Hayatınıza farklı bir bakış açısı kazandırma potansiyeli olan, soundtrack'ı iyi -ki ilginç bilgi soundtracklar yönetmenin kardeşi Rostam Batmanglij'den, oyuncu kadrosu harika ve müthiş repliklerle sizi kazanan bir film. Hiçbir konusu sizi çekmezse bile Alexander'i, Ellen'i, Brit'i izlersiniz arkadaş.

IMDb puanı ahım şahım değil, 6.9. Ortalama, ama ben olsam minimum 7.5 falan verirdim.

Filmi izlemiş olanları şu linke alayım.


Bir sonraki filmde görüşürüz! :)

Benim İçin İzleyin, Bir Ara Mutlaka İzleyin : The Fall

Hep bu kış sizlere ultimate izlenecek 100-200 film listesini vermeyi düşünüyorum ama ne yapsam eksik kalacak çünkü benim hafızam zayıf. Onun için aklıma geldikçe izleyin dediğim, izleyin diye bönürdüğüm filmleri tek tek yazacağım. Bu gece The Fall'u blogda misafir olarak ağırlıyoruz.

Önce izlememiş olanlar için ufak ön bilgi, birkaç oyuncu resmi filmden küçük kareler, sonra izlemiş olanlar için ağır toplar. Spoiler alert'i verdiğim an kaçıp gidiyorsunuz izlememiş olanlar, tamam? Tamam. (tfios çaktım sanki)

Filmin konusu : 1920li yıllarda bir sakatlanan bir dublör Los Angeles'te bir hastanededir. Orada bulunan başka bir hastaya epik bir hikaye anlatmaya başlar. Hikaye beş kahramandan oluşmaktadır. Sonralarda ise yaşadığı ruh hallerine göre hikayesi şekillenir.

benswhishaws:

poster remake- the fall, requested by evelienjolras &amp; rosehathawys 

Yönetmen Tarsem Singh, film 1981 yılındaki Yo Ho Ho'dan ilham almış.

Bu filmde benim biriciğim, kaşlarına kurban olduğum, elflerin elfi, turtacıların turtacısı, uzunların develerin kralı her şeyim (çok mu uzattım) Lee Pace oynuyor! Hele ki hele gençliği, OH YARABBİ. (yazara bir şey mi oldu bir kontrol edin?????)

theladyigraine:

There’s no happy ending with me.

Gurban olduğum.

Sonracığıma Catinca Untaru adında, 21 Mart 1997 doğumlu, o zamanlar tombik tatlış mı tatlış bir çocuk aynı zamanda başrolde. İzler izlemez sempatinizi kazanacağı bir gerçek.


İnsana en güzelinden duyguları yaşatan, IMDb puanı çok esaslı (7.9), Lee Pace'in gençliğinin insanın gözlerini kör ettiği müthiş bir yapım. 

Hadi şimdi SPOILER ALERT'i veriyor, izlemeyene kış kış diyorum! Kış be! Önce izle, sonra gel oku bu kısmı. Aaa.



Arkdşlr köpekler gibi ağladım. Siz ağlamadınız mı? Ağlamadıysanız çünkü sizi duygusuzlar sınıfına sokacağım. İçte kalsa da gözyaşlarını sayıyorum ama zerre duygulanmayana cevabım Çık dışarı! İlkten ne yalan söyleyeyim, çok sıkılır gibi olmuştum bir ara. Yanılmışım! Müthiş bir şey bekliyormuş beni. Filmi bu kadar geç keşfetmiş olduğuma kederlendim. Replikler de iyiydi.

  

  

  

  

Ben bunu izlerken depresyona girdim dostlar, gözyaşlarımdan bir şelale falan oluştu. Ağlattılar insafsızlar! Dur yine ağlıyorum galiba. Gözlerim doldu. Güzel eleştiri bile yapamadım kahretsin.

Düzgün bir şeylerden bahsetmek gerekirse izleyenler için, gülüyorsunuz, üzülüyorsunuz. Hele Roy hepsini öldürmeye başlayınca "ne oluyor yahu" diye düşünmeye başlıyorsunuz, rahat bıraksana şu adamları diyorsunuz. Alexandria bizi morphin3 olayıyla kahkahalar içinde bırakıyor. Ciddi söylüyorum replikleri iyi, kaliteli film. Ben bunu bir ara düzenleyeyim en iyisi. Yazı bildiğin şurada ağladım, şurada güldüm yazısı oldu...