bu alanı güncellemek gerekiyorsa eğer; can geldi. beni aramak istemiş, ne olursa olsun arayacakmış ama telefonunu değiştirince numaramı kaybetmiş. günlerini aramamı bekleyerek, bilmediği her numaranın ben olduğunu umarak geçirmiş. aramadım.
tatlı bir özlem yaşanır mı bilmiyordum, öğrendim. sayılı günün çabuk geçmesi ne güzel olay. anlatacak şeyler biriktirdim, yokluğunu "üç kere advertising strategy dersine gideceğim" diye kafamda tuttum. heyecanımı, heyecanını paylaşabileceğimizi bilerek bekledim. ilk defa birini özlerken üzülmedim.
aylardır bitiremediğim cevdet bey ve oğulları'nı bitirdim. bir daha kütüphaneden (çünkü tam yedi kez ödünç aldım) elimde o kırmızı kapaklı kitapla çıkmamak üzere. sonra virginia woolf'tan kendine ait bir oda'yı okudum ingilizce, insanın kendine tanıdık gelen şeyleri sindirmedeki hızı şahane. gerçi, kısacıktı. şimdilerde ise birkaç sene önce gemma bovery izleyip merak ettiğim için madame bovary okuyorum. better late than never derler bilirsiniz.
dizi olarak peep show, the crown bitirdim ve barry'e başladım. filmde ise coherence, insomnia (stellan skarsgard'ın başrol oynadığı), memento, anchors aweigh, the favourite, kynodontas aklımda kaldı.
her şeye heyecan duyduğum bir dönemden geçiyorum, başka bir yerde olsaydım bunu yadırgamazmışım gibi. mesela makine yerine reklamcılık okusaymışım. mesela kıbrıs'ta değil, leicester'da olsaymışım. en sevdiğim renk sarı değil de turuncu olsaymış. the crown değil de mindhunter izleseymişim. niye böyle ki?
moderat, the fool dinliyorum. ruhumu açtım.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder