2015 için zeytin toplama sezonunu dün kapattık. İşe giriştiğimizden beri aklımdaydı, bunlar bir yazı haline getirilecekti, gidilip görülen yerler herkesle paylaşılacaktı. Ara sıra karşıma çıkan insanlara hikayelerin bir kısmını anlattım ama büyük çoğunluğuna zamanım olmuyordu.
Zeytini ilişkilendirebileceğimiz pek çok şey var. En önemlisi barış olsa gerek. Hoş, ben klasikleri ya da böyle konulardaki tarih kitaplarını okumadığım için az biraz yabancıyım. Bir iki ufak tefek şey haricinde günlük yaşamda olan şeylerin sembolize ettiği şeyleri bilmiyorum. Benim için zeytin verimliliğin sembolü. Dolu dolu, sarkmış yeşil yeşil dallar, siyah, yeşil ve geri kalan tonlar derken bolluk, bereket. Belki gerçekten öyledir, araştırmadan, kendimce yazıyorum şuan.
Ağaçların çoğunun hikayesi var. O ağaca tırmanan, yukarıdan zeytinleri döken babamın da anlatacak hikayeleri var. Gidilen arazinin, etrafın kısacası görüp görebileceğin her şeyin seni durdurup sana bir şeyler anlatmak istemesi ihtimali var.
Ekim, kasım derken yapılan bu işe ben çocukluktan beri katılıyorum aslında. Belki üçüncü, belki dördüncü. Anlatılana göre bebekken bile gelmişim. Babam son zamanlarda yaptığı işin ağırlığına kıyasla buna her gün olsa her gün yaparım düşüncesiyle geliyor, annem ise hayatını Samsun, Amasya ve çoğunlukla İstanbul'da geçirmiş bir insan olarak Akdeniz'i doyasıya yaşamanın tadını çıkartıyor. Ailede herkes böyle düşünmüyor tabi. Mesela halam hiç sevmez, amcam ve yengem dünyanın en hevesli insanları olmayabilir, babaannem ise o ağır işlere karışırsa hastalıklarıyla birlikte aramızdan ayrılma tehlikesi geçirebilir.
Kendi ürününden faydalanmak, siyah zeytinini tuzlamak, çakızdez (taşla ezilen yeşil zeytin) yapmak, değirmene gidip zeytinyağını sıktırmak evet, aşırı güzel şeyler. Bir diğer güzel olay ise bu sayede Çatalköy'ü gezmiş olmak. Çatalköy'ün görmediğim yerlerini gördüm, çok güzel gün batımları izledim, rüzgarlar esti üşüdüm. Altı yaşındaki kuzenimin elini tuttum, van arkasında kızıl gün batımları altında eve gittik. Gülümseyen insanlar oldu, el sallayanlar oldu. İnekler, koyunlar gördük. Dağ ve deniz manzarasına doydum. Çam kokusunu içime çektim.
Hikayelere gelelim. Tabi ben bu on yedi senelik hayatımda babamlara kıyasla çok az katılmış oluyorum toplama işlerine. Dedemin hayatta olduğu, babam ve amcamın okulda öğrenci oldukları yıllarda cep telefonu yok. O gün zeytine gidilecekse, hiçbir işi olmuyormuş dedemin. Zeytini bölüp, şuan babamlar gibi işe gitme dertleri yokmuş. Hal böyle olunca dikkatlerini verebiliyorlarmış ve çok fazla ağacı bir güne sığdırabiliyorlarmış. Zeytini bölebilecek tek şey hava durumuymuş, ancak yağmur yağarsa, sert rüzgarlar eserse eve dönerlermiş. Okula giden babam ve amcam, genelde dedemlere okul bittikten sonra katılıyorlarmış. E peki yemek? Yemek yemiyorlar mıydı bu insanlar çalışırken?
Kürekle arazide bir ufak çukur kazıp, etrafını taşlarla döşüyorlarmış ve kuru dalları atıp ateş yakıyorlarmış. Sonra patates, yumurta, artık ne getirdilerse yanlarında pişiriyorlar ateşin içine atıp. Belki yarım saat, bir saat mola verip sonra işin başına tekrar dönüyorlarmış. Biz bunu denedik amcamların arazisinde. Bir aile geleneği olarak güzel ama bizimkiler yedikleri gibi mayışıyorlar, olmamış...
Asırlık ağaçlar da mevcut kimisinde. Örneğin öyle yaşlı bir zeytin ağacı var ki, adeta içinde bir insanın yaşayabileceği güzel bir oyuk var. Kıvrımları, kökü derken ellerimi ağaca sürtüyorum ve ağacı yaşıyorum. Görkemli ağaçlar, küçük ağaçlar, dolu ağaçlar, bir iki dalı hariç zeytini olmayan ağaçlar... En son gün (ki ben gitmedim) annemler bir ağacı üç saatte mi ne dökmüş, öyle büyüktü.
Bazıları ise sorumsuz insanlardan nasibini alıyor. Çobanlar önemsemiyor ama otlattıkları hayvanlar yere uzanmaya yakın olan dalları kemiriyor ve o dallar kuruyup çalılaşıyor. Bu sorumsuz insanlardan biri babam da olabilir, ağaçları budamadığı, iyi bakmadığı için etraflarına toplama evresine geçmeden evvel 10-15 dk uğraşması gerekiyor. Ne güzeldir ki, hepsi bir elden aradan çıktı ve bakımları yapıldı.
Üç arazi gezdim Çatalköy'de. Amcamın arazisi düz, alıç ağaçları var çok tatlı. Babaannemin ise kuru diken dolu! Ayaklarımıza, ellerimize her tarafımıza battı ve çığlık atarak bitirdik orayı. Sade bir yerdi, dağ manzarası çok güzeldi. Eeeeen sevdiğim ise bizimkisiydi. Çamlık, sessiz, deniz ve dağ manzaralı muazzam bir alan. Dallarda olan tüm zeytinler olgunlaşmıştı ve barındırdıkları yağlar sayesinde hepsi parlıyordu. Kimi ağacın altından, yerden topladığımız olgunlaşmış zeytinler dallardan fazlaydı hatta.
Aaa bak bizim arazide komik bir olay oldu onu anlatayım. Bizim araziye giderken doğa evleri diye bir site mi ne var ondan geçiyorsun. Bir kapı var, kapının sürgülerini çekince alan tamamen babam ve halamın. Her neyse. Biz de oraya çok gitmedik. Doğal olarak çok tanınmıyoruz site üyelerince. Veletin biri, tahminen maksimum yedi, sekiz yaşında ben zeytin dolu kasayı babama taşıyacakken bana bağırdı "Zeytinleri toplamayın beaaa!!!" diye. Kasayı bırakıp, arkamı dönünceye kadar koştur koştur pencereden uzaklaşmış annem öyle diyor. Yea sen gelip bir bana sorsana? Sonra bağırarak gülmeye başladım, kendimi tutamadım. Kendi yerinde hırsız zannedilmek başkaymış dostlar.
Bu zeytine giden yol:
Düşündüm de, barışta bir verimliliktir.
Son olarak söylemeden geçmeyeyim, zeytin dedim ama resimlerin yarısı başka zamanlar. Olsun siz o saat zeytine gittiğimi, bunların da zeytin harici gördüklerim olduğunu bilin. :)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder