31 Mart 2016 Perşembe

21 An, 21 Şarkı

Merhaba! Her şeyden önce etkinliği başlattığı için Meriç'e, beni de dahil ettiği için Eylül'e teşekkür ederim. Sanırım dahil edildiğimi hemen görmüştüm ama şarkı seçmek aşırı zor geldiği için sürekli -özür dileyerek- erteliyordum. Kafam dolu bu sıralar, neler anlatsam, nelerden konuşsam bilmiyorum.

Kederle nasıl başa çıkıldığını sormuştu başlığıyla bize Eylül bir önceki yazısında. Müzik onlardan biri. En azından çoğu insan için. Ben sinemaya yönelen oldum. Bir evrenin parçası olmak güzel geldi. Mesela Yüzüklerin Efendisi ile aramdaki bağ bu yüzden güçlü. Başka yazının konusu olabilir bunlar, uzatmayayım.

Hadi başlayalım.



1. Keyfini en hızlı yerine getiren şarkı?
Somethin' Stupid. Sözlerini öğrenip, eşlik etmesi pek kolay olan bir şarkıdır bence. Bu yüzden comfort food'un musical karşılığı olabilir. 

2. Kendini teselli etmek istediğinde?

Courtney Barnett- Depreston

3. Cep telefonu melodin?

İki haftadır telefonum yok, maalesef bozuk ama standart iPhone zil sesiydi.

4. Bundan önceki neydi?

Eski telefonumu düşünüp cevap vereceğim buna çünkü iPhone kullanırken hiç değiştirmemiştim, Muse- Undisclosed Desires sanırım. Hiiiç mi hiç hatırlamıyorum aslında, yanlış cevap olabilir.

5. Peki 10 yıl önce?

10 yıl önce telefon kullanmıyordum ama o dönemin pop müziğinden bir şeyler olurdu muhtemelen.

6. Anında enerji ihtiyacı olduğunda?
Feu! Chatterton- La Malinche. 

7. Unutulmaz konser performansı?
Frank Sinatra ve Tom Jobim'den The Girl From Ipanema'nın 1967 performansı. İki dev isim, muhteşem bir parça. The Girl From Ipanema'nın +230 coverı olduğu ve hatta The Beatles'ın Yesterday parçasından sonra en çok coverlanan parça olduğu söyleniyor.

8. Sabah kahvesine en çok yakışan?

Buckethead & Viggo Mortensen- Sunrise. Ayrı bulamadım, kesik veriyor bulduklarım o yüzden dinleyecek olanlar 35.15'e alsınlar. 

9. Peki öğleden sonra kahvesine?

Nick Mulvey- Cucurucu. Şarkının videosu biraz kısa olmuş orijinal haline göre, o yüzden bence Spotify'dan bir bakın :)

10. Gitmeler?

Warpaint- Billie Holiday

"If she wants to go, if he wants to go, if she wants to go, if he wants,
 If he want to go, if she wants to go, if he wants to go, if she wants,
 If she wants to go, if she wants to go, if she wants to go, if she wants,
 If she wants to go, if she wants to go, if she wants to go, if she wants.."

11. Kalmalar?

Kalmaları kavuşmalar gibi algılayıp Bloc Party- This Modern Love diyeceğim ve değişiklik adına KEXP performanslarının linkini bırakacağım.

12. Sonbahara en çok yakışan?

Ben Howard- In Dreams. Ben olsam spotify'dan da dinlerim.  

13. Kışa?

Mammút - Rauðilækur veya Agnes Obel- Fuel to Fire.
Aslında kış demek Frank Sinatra'nın Christmas albümleri demek de olabilir, bilemedim şimdi. :)


14. Yaza?

Frank Sinatra- Summer Wind!

15. Favori soundtrack?

Nick Cave & Warren Ellis- Rather Lovely Thing.
Soundtrack konusu çok değişken, bu sıralar The Assassination of Jesse James by the Coward Robert Ford, Many Beautiful Things ve Interstellar'ınkiler favorilerim.

16. Favori dizi introsu?

Fringe Main Title Theme. Keşke daha uzun olsaydı! Bunun dışında Friends, House, Game of Thrones da introları açısından tarafımdan çokça sevilirler.

17. Umutlu bir şarkı?

The Republic Tigers- Buildings & Mountains. Bu şarkıyı hep akşamüstü bahçeye indiğimde dinlemeye çalışırım. Rüzgar gelir saçlarımı dağıtır, gökyüzünün güzelliği bazı şeyleri (sonra açıklarım) kavramamı sağlar, yaşama isteği ile dolarım.

18. Yeni bir keşif?

Nancy ve Lee'den Some Velvet Morning.  Şarkı yeni değil ama tanışmam öyle. Ben bu şarkının Rowland S. Howard ve Lydia Lunch versiyonunu biliyordum, tam o ikiliye uyuyor. O dönem (1967) çıkınca şarkıyı az biraz strange bulmuşlar, normalde yapılanlara benzemiyormuş çünkü. İlginizi çekiyorsa mitoloji, Phaedra'ya bakmanızı öneririm. :) 

19. Instant-Girl-Power?

Kalıplara uymayan Jonny! Rowland S. Howard ve Jonnie Standish'ten- (I Know A Girl Called) Jonny

20. Gülmek eğlenmek için?

Downtown! Eylül'le cevap aynı ama sanatçı farklı bunda, ne güzel tesadüf oldu :) Frank'in bu şarkısı bana "hani nerede bu downtown, her şey güzelmiş, hayat güzelmiş, bizi de al götür Sinatra" dedirtiyor. Ayrıca Nancy ile olan bu Downtown/ These boots are made for walkin performansı çok eğlenceli.

21. İyi geceler?

Kesinlikle Warpaint- Stars.

21 an için 21 şarkı seçecektim ama bakınca sadece 19 oldu sanıyorum, heheh, olsun. -düzeltme, 21 şarkı seçmişim ama 19 an için olmuşlar. :)

Çok çok çok zorlandım! Film versiyonunu yapalım bence bunun, o zaman hazırlamam maksimum bir gün sürer listeyi eminim. Filmlere yüklediğim anlamları müziğe de yüklemem gerekiyormuş azıcık, onu anladım biraz da. Boş dinliyormuşum tabiri caizse ve boş yapılan aktivitelerden pek haz duyduğumu da söyleyemem.

Beeen Mia'yı ve Blog of Peace'i -edit: yazarken neden bilmiyorum da açıp bakmadım bloga, meğersem kapatmış kendisi- düşündüm müzik zevklerine güvenerek. İkisi de çok sık yazan isimler değiller ama olsun, aklımdan onlar geçtiler. Kolay gelsin eğer yapacak olurlarsa! :) Edit 2- bunu gören, aaa bu anlar benim kafamda şu şarkıyı canlandırdı diye akıllarından geçiren herkesi aday gösteriyorum!:)

15 Mart 2016 Salı

Meditasyon

Dün çok güzel bir post gördüm internette gezerken. Bir arkadaş ötekinin canı ne zaman sıkılsa ona favori rengini soruyordu. Cevaplar sürekli değişiyor, cevaplar resimler olarak gönderiliyordu. Bu canı sıkkın olan arkadaşının rengini detaylara, renge yönlendirip sorununu atlatmasına yardımcıydı. Bilemedim şimdi bak, belki yanlış anlatıyorumdur olayı. Olsun, bence ana tema bu.

Bir değişiklik olarak, beni rahatlatan huzura eriştiren resimleri paylaşacağım. Tomás Sánchez 1948 yılında Küba'da doğmuş bir ressam. Eleştirmenler ve küratörler Sánchez'in işlerini meditasyon deneyimiyle bağdaştırıyorlar.

Neden bilmiyorum ama çat diye en sevdiğim olarak adlandırdım kendisini. Başka zaman yine konuşuruz. Umarım bunlar bana olduğu kadar size de huzur verirler, görmenizi istedim. 

arsvitaest:

Tomás Sánchez, Contemplador del volcán, 2012, acrylic on canvas

Contemplador del volcán

thunderstruck9:

Tomás Sánchez (Cuban, b. 1948), Meditador en la orilla, 1998. Acrylic on canvas, 48 x 60 in.

Meditador en la orilla, 1998

thunderstruck9:

Tomás Sánchez (Cuban, b. 1948), Contemplar al meditador de la isla, 2014. Acrylic on canvas, 20 x 24 in.

Contemplar al meditador de la isla

beardbriarandrose:

Tomás Sánchez, Meditador Y Laguna Escondida En El Bosque, 1995, oil on canvas

Meditador Y Laguna Escondida En El Bosque, 1995


Luz de una tarde de tormenta (en sevdiğim eseri bu sanırım, hislerimi tarif dahi edemiyorum)

tomassanchez.net'ten işlerine bakabilirsiniz

6 Mart 2016 Pazar

Evrenin Geometrisi

Anlatacağım, çok zaman da geleceğim demiştim. Geldim geldim!


Pazar günü ne yapılır? Güzel müzik dinlenir, izleme listesinden filmler silinir, kitap okunur, yemekler yapılır. Planım bu en azından. Bahçeye çıkarım belki. Aaa evet evet, bahçeye çıkarım. Dün eve yorgun argın gelince uzun yoldan yığılıp yatmış, güzelim gün batımını da kaçırmıştım.

Son zamanlarda diziler, filmler, kitaplar ve internette sohbet mohbet derken çok yüklenmiş olacağım ki gözlerim dehşet ölçüde yanıyor, sanki iğneler batıyor. Zaten az biraz çökmüş olan göz çevrem, iyiceden morarmış. Neyse neyse, her rengini severim kendimin.

Şimdi o izlediklerim, okuduklarım, dinlediklerim nelerdi diye size toparlamaya çalışıyorum kafamda. Bunları anlatmayı seviyorum. Her ne kadar konu anlatmaktan hoşlanmasam da, ya bence bunlar hayatınızdan geçmeli dediğim şeyleri söylemeliyim sanırsam.

janetleigh:

we’re gonna get you
      we’re gonna get you
            not another peep
                  time to go to sleep
 janetleigh:

we’re gonna get you
      we’re gonna get you
            not another peep
                  time to go to sleep

"We're gonna get you, we're gonna get you
Not another peep, time to go to sleep" 

Cormac McCarthy'nin Yol'unu okuyacağımı söylemiştim uzun zaman evvel. Okuma tempom oldukça düşünce, aylar geçiyordu ben sadece birkaç sayfa ilerleyebiliyordum. İhtiyarlara Yer Yok ile beni benden alan, tek kitabıyla en sevdiğim yazar diye etiketlediğim Cormac'ın nasıl olurdu da elimde olan diğer bir kitabını okuyamazdım? Kendime kızdım, kendimle iddialaştım ve öeeh be bitireceğim seni deyip saatler içinde silip süpürdüm.

Anlatımını seviyorum. Detayları. Süslemeden anlatmasını. Tekrarlamasını, beni tekrar tekrar tekrar vurmasını. Sondan kaçış olmayışını seviyorum. Kafana koyduğun sonsuza kadar orada mı kalır?

Yol ile ilgili güzel olan bir diğer şey şuydu: sinemaya uyarlanmıştı. En sevdiğim yazarın kitabı uyarlanmış, en sevdiğim aktör olan Viggo Mortensen başrol oynamış, en sevdiğim müzisyen Nick Cave filmin müziklerini yapmıştı Warren Ellis ile birlikte. Hayattaki şansımı sorsanız bu derim.

Böylelikle Yol'u okumayı bitirdiğim gibi filmi aklımın köşesine koydum. İstanbul'a gidince de bir gece izledim. Sindirerek okumuş olduğum için filmin her detayını hakkımla eleştirebilirdim. Film kitaba göre daha kesip biçilmişti, sevdiğim birkaç detay gitmişti mesela. Tabi kitabı okumayanın fark etmeyeceği şeylerdi bunlar. Film yine çok güzel gelecekti. Bana da öyle geldi. Ağladım da, ah zaten bir kere ağlamadan film izleyebilsem şaşarım.

Kendimle iddialaştığım o meşhur gün Camus'nun Yabancı'sı da hemencecik bitirilmişti. Artık uyumalıyım diye düşünmesem sabah beş gibi bitecekti ama uyudum, uyandım, öğlen bir gibi bitti. Camus okuma hevesim de ilginç bir gelişmeydi. Loin Des Hommes'un Konuk adlı Albert Camus kısa öyküsünden uyarlandığını biliyordum. Filme aşık olunca kendisine bir filmin her ufak detayını bilmeyi görev bilen ben, o öyküyü de okuyacaktım elbet. Kitapçıya gidince Konuk ile Yabancı -ki Konuk, Sürgün ve Krallık kitabının içinde bu arada- kafamda karıştı ve ben Yabancı'yı satın aldım.

Konu anlatmayacağımı söylediğim için (beceremediğimden mi, yoksa herkes bir şeyleri bilmeden mi yaşasın diye inandığımdan mı bilemiyorum) Yabancı'yı da sizlere çok beğendiğimi, hatta üzerine fazlasıyla düşündüğümü söyleyerek geçiyorum. Onun da aklımda kalan ufak ama önemli bir detayı var. Okumuşsunuzdur kitabı büyük ihtimal, bilemedim şimdi popülaritesini.

Orhan Pamuk'un Kırmızı Saçlı Kadın'ına geçtim en en son. İki gün evvel mi bitirdim? Olabilir, hatırlamıyorum. İstanbul'da bir hızla başladım okumaya, zaten çıktıktan iki gün sonra mı aldım, onu da bilmiyorum, neyse. Uçağı beklerken de okudum yanımdaki adam sürekli kitaba bakarken. Dönüm noktasında kitaba mı triplendim, bıraktım okumayı. Kitaba triplendi. Geçenlerde tekrar başlayıp, bir iki saat içinde bitirdim. Halen daha hızlı okuyabildiğim için sevindim. Bilemiyorum (ne kadar çok bilmiyorum/bilemiyorum diyorum), kitap hakkında kafamdaki yorumlar fazlasıyla karışık. Okuyun, konuşalım?

Bir yandan matematik ile ilgili bir kitap okuyorum. Böyle yan kitap gibi düşünün. Rahatlatıcı bir şey.

Eheh, okumalı (çok az izlemeli) olanlar bunlardı.

imakethemovies:

The Assassination of Jesse JamesDOP – Roger Deakins Format - Arricam LT 100T, 200T and 500T Lenses - Cooke S4, Arri Macro, Kinoptik Tégéa and Kardan Shift & Tilt Lenses 

 Aspect Ratio - 2.35 : 1 Delivery - Digital Intermediate 4K, 35mm Anamorphic PrintsNotable Strengths – Colour, Low Light, Composition and Framing, Frames Within Frames, Tilt-Shift Lens Sequences, Strong Use of Thirds, Leading Lines, Wide Angles, Establishing Time Period

Şimdi izlediklerimi düşüneyim.

Before We Go, Inglourious Basterds, The Hateful Eight, ARGO, The Road (Yol işte yukarıda anlattım ama yine de olsun listede), The Assassination of Jesse James By The Coward Robert Ford, Un beau dimanche, Avengers: Age of Ultron (kardeşim hastası bunların), Lucy, Jauja, Everest, The Martian, Midnight in Paris. Dizi olarak ise The Wire (henüz ilk bölümü izleyebildim), Halt and Catch Fire (aşkım Lee Pace).

Anlatayım derken yoruldum. Önüme ne çıktıysa izledim, sonuna kadar da sindirdim emin olunuz. Kafamdaki listede yabancı yapımlar, klasikler, kitaplardan/ gerçek olaylardan uyarlananlar, en sevdiklerim, en sevmediklerim derken çok şey birikti. Şansıma boş insanım bu gap year sağolsun da tek derdim kullandığım cihazların şarj durumu oluyor.

Ah ayrıca, önceden izlediğim birkaç yapımı da tekrar izledim bu sıralar. İnsan hayran olduğu bir şeyi uzun zaman sonra izleyince çarpılmış gibi olmuyor mu?:)

Başka zaman şu izlediklerimi konuşalım.

“What if but all you get is wine, beautiful wine?”

"What if but all you get is wine, beautiful wine?"

Dinlediklerime geçiyorum.

Feu! Chatterton'a vuruldum sanırsam dostlar. A l'aube ve La Malinche benden sizlere gelsin. İlk üç ay değişime başlamış olacağım ki film müzikleri hariç Nick Cave azıcık dinledim. Nordik sanatçılara aşık oldum, bunların nüfusu ne kadar da bu kadar müzisyen çıkıyor diye İzlanda'ya bir defa daha aşık oldum -artık çok az dil yapısı/ alfabe derken ayırt edebiliyorum kuzeylileri oley-. Düşündüm de, bakın en son dinlediklerimi ben playlistleştirip size paylaşayım. O da gitsin bir kenara :)

Yine çok yazmışım, ertelemişim bazılarını. Karışık, karmaşık olmuş ama bu da benim sevdiğimmiş. Geri döneceğim nasıl olsa. Yazının süsleme kısmına geçiyorum, sonra pencereleri açacağım, odayı toparlayacağım veee oh misler gibi bahçeye çıkacağım. Görüşürüz!

Colleen- Geometría del Universo (tam pazar şarkısı)


5 Mart 2016 Cumartesi

Özet Geç Zehra

Yarın, ah artık bugün olmuş, erkencikten uyanıp uzak yerlere bir araba yolculuğunda bulunacağımı düşünerekten erken uyuma planları yapıyorum. Yazarsam eğer, uyku daha kolay bir yolculuk olur ve belki, sadece belki, uyandığımda siz gidin ben yatıp uyuyacağım diye mızmızlanmam.

İlkbahar geldi ben yazmıyorken. Çiçeklerin açmasına, ortalığın kimi zaman (en azından bahçemizde) gereğinden fazla yeşile bürünmesine büyüleyici yorumunda bulundum yazmazken. Badem ağaçlarından çiçekler uçmuş, saçlarımın arasına girmişler ben yazmıyorken. Kendimi o garajımızın tamamlanamayan inşaatına bir süreliğine gündüzleri kurulmayı planlarken bulmuşum yazmıyorken.

Sevindim sanırım. Mevsimin değişmesine an ve an tanık oldum. Zamanın içinde az çok kayboldum. Günleri yirmi dört saat yaşamadım, daha uzundular, ölesiye uzundular. Her şeyi yapabilecekken hiçbir şeyi yapmadım. Sindirdim. Üzülmeden geçemediğim de oldu. Günlerin öylesine kırmızılar, pembeler, morlar, turuncular ile batmasına alışmıştım ki, istediğimi uzunca süre bulamayacağımı, bulabileceğim zamanlar ise burada olamayacağımı anladım. 

Burada olamayacağım için üzüldüm. Her şeyi kaçıracaktım. Her şeyi. Her mevsimi. Kısalacaktı günler. Üzülmeyi bıraktım, bu konuda hissetmeyi raflara kaldırdım. Bazı anların fotoğraflanamayacağını da fark ettim. İlginçti. Güzel oldukları için ilginçti. Sıradan değildiler. Basitçe evren bana hey, bu sadece senin gözlerin için diyordu.

Sözde özet geçecektim. Dur, daha düşünüyorum. Anlatabileceğim çok şey çıkmıştı. İstanbul'a gidip geldim. Şubat tatili işte. Geçen sene gidememiştik, mart ayına sarkmıştı. Kalabalığından geçilmiyordu ve ben kalabalığa gelemiyordum. Sadece kitap incelerken az biraz huzur buldum sanıyorum. İstediğim kitapları tabi bulamadım, şanssızım o konuda. 

Evimi özlediğim gerçeğini her gün kendime defalarca tekrarladım. İlk günlerden birinde sinir krizi (göreceli kavram) geçirdim ve bana travma yaşattın sen! diye ellerim titreye titreye bağırıp, çağırıp ağlarken buldum kendimi. Ah şimdi hoş olmadı bunu anlatmak. Ustalaştığım sakinleşme tekniğimi kendime hatırlattım, uyuyacaktın Zehra! Soğuk balkonun dibinde yere cenin pozisyonunda kıvrılıp uyudum. Sonra kalktım gerçek bir yatağa gidip tekniğimi uygulamaya çalıştım ve evet, sakinleştim. Dört saat ağlamalı, uyumalı bir şeyler yaşamış oldum. Ertesi gün çok özlediğim evime geri gidecektim. Gitmedim. Kaldım. Birkaç gün iştahım olmadı, ailem sağlıklıca zayıfladığımı zannedip güzel ve bir o kadar gereksiz gülümsemelerinden, laflarından dizdiler bana. Sağlıklı değildi. Gerçi, aklınızda bulunsun, görünüşünüzle ilgili söylenen hiçbir şey güzel değildir. Işıldadığınızı söylesinler size. Gözlerinizin içinin güldüğünü, mutlu olduğunuzu.

İşte o günden sonra evime, aşkıma, dönünceye dek sadece filmlere ağladım. Eheh, güzelli şeylere geri dönüldü! Henüz ilk gittiğim günden kafama taktığım yeşil kazak benim oldu, evleneceği için aşırı mutlu olan bir mağaza görevlisine denk geldim ve kaosun içinde mutlu olabilen insanlar var deyip ben de mutlu oldum. Bakın bu gerçekten güzeldi. Yaşadığı, yaşayacağı şeyler için sahip olduğu bu mutluluğu herkese yansıtan insan ne güzeldir!

Eve geldim.

Aaaa bak şimdi hatırladım, özet geç Zehra! diyerek ben size izlediğim, okuduğum, dinlediğim her şeyden bahsedecektim. Kendimle ilgili anlatacaklarım sadece bir paragraf sürecekti. Oh, olsun yahu. Anlatmadıklarıma sayalım?

Sayalım be!

Eve geldim işte. Çokça uyudum geldikten sonraki günler. Kitabımı bitirmeye ne kadar hevesliysem de, bitiremedim ve kendime verdiğim iki haftada üç kitap sözümü tutamadım. Kendime tutabildiğim tek sözüm iki günde iki kitap oldu, davullar lütfen, ki iki kitabı da bir baktım, yirmi dört saatte yutmuşum. Oops söylemeyi unuttum, bunlar İstanbul'a gitmeden evveldi tabi. Karışık yazıyorum kusura bakma okuyan kişi.

Bahçede oyunlar oynamaya, bir şeyler yapmaya başladık kardeşimle. Yeniden masum ötesi şeyler yaşamaya başladım. Babam bir yemek saatinde tarla sürmekten gelmişti, işini akşam olsa da bitirdiğini, aslında ben sürsem traktörü çok güzel olacağını söyledi. Daha araba sürmeye başlamamışken traktöre nasıl geçeceğimi söylediğimde ise cevabı kendisinin traktörden sonra araba sürmeye geçtiği oldu. Belki öğrenirim diye seviniyorum aslında. Yeşil, dedemden kalma bu eski püskü güzelliği ben de elimden geçirmek, hissetmek istedim.

Kişisel projeler oluşturdum. Başladıktan sonra yazacağım, umarım güzelce gelişecek her şey.

Çok yazdığımı düşünerek burada bırakıyorum şimdi. Özet geçemedim blog, özür dilerim. İzlediğim, dinlediğim, okuduğum eserleri yazacağım bak, hazır olun. Size kolaylık olsun okurken diye de aralara bir şeyler bakayım bari. 01.47 oldu, ben 0.57de başlamıştım. Hadi görüşürüz. Özledim sizleri.

01.53, henüz resim eklemeye başlamadım ve o kadar uzun süredir detaylı anlatıma girmemiş olacağım ki, atladığım bir sürü anı, ufak detay, büyülendiğim olay olduğunu fark ettim. Önümüzdeki günlerde buralardayım. Belki hep buradayım. Kısmet.

02.03 resimleri kafamda pek eşleştiremeyip buna kızdığım için yazıyı öyle resimsiz bırakacağım.  Acaba sonra düzenleyip ekler miyim, bilemedim şimdi. Siz sevdiğiniz görsellerden 10-15 tanesini gözünüzün önüne getirin?


ve, 02.09.